Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Sinan Cemgil ve daha niceleri. Mamak Askeri Cezaevi'nde bu çocukların çoğuyla konuşmuştum. Deniz'le anlaştığımız gibi, tuttuğum notlardan yola çıkarak bir roman yazacaktım. Sorduğum sorularla onları sürekli küçük ayrıntılara yöneltmeye çalışmıştım. Roman, bu ayrıntılardan doğup gelişecekti. Ne yazık ki iş yarım kaldı. Hele belgesel bir roman için elimdeki notların yetersizliğini görünce böyle bir çalışmaya girmekten vazgeçmek zorunda kaldım. Yıllar sonra, bir başka biçimlemeyle, sonunda oluşturabildim bu kitabı. Gülünün Solduğu Akşam, serüven dolu sürükleyici bir roman gibi de okunabilir. Ama acı ve hüzün yüklü bir kitap olduğu da bilinmelidir. Anı, belge, anlatı karışımı bu kitabı dilerseniz bir roman gibi okuyun; yeter ki sizde bırakacağı hüzün kalıcı olsun. ERDAL ÖZ
Erdal Öz (26 Mart 1935 - 6 Mayıs 2006), Türk yazar ve yayıncısı.
1935'te Sivas'ın Yıldızeli ilçesinde doğdu. 1953'te Tokat Lisesi'ni bitirdi. 1969'da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Türk Dil Kurumu Yayın Kolu’nda görev aldı. Türk Sinematek Derneği Ankara Şubesi'nde çalıştı.
12 Mart 1971 sonrasında üç kez tutuklandı. Yargılama sonucu aklandı. Tutuklu olduğu sürede Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan gibi devrimci gençlerle tanıştı ve onların öykülerini yazdı.
Cem Yayınevi’nin çocuk kitapları dizisini yönetti. 1980 yılında Can Yayınları'nı kurdu.
Edebiyat yaşamına şiirle girdi. Rasgele isimli ilk şiiri İstanbul’daki Kaynak dergisinde 1952'de yayınlandı. Seçilmiş Hikâyeler Dergisi, Varlık, Yenilik, Yeditepe, Pazar Postası, a, Değişim, Emek, Cumhuriyet gibi dergi ve gazetelerde şiirlerinin yanı sıra öykü ve eleştirileri de yayınlandı. "a" dergisinin kurucuları arasında yer aldı.
Eserlerinde toplum yaşamının bireylerin iç dünyasına etkilerini duygusal bir üslupla yansıttı. 1970 sonrasında toplumsal gerçekçi çizgiye yöneldi. 12 Mart döneminde hukuk dışı uygulamalarla karşılaşan tutukluların yaşamlarından yalın kesitler verdi. Baskı karşısında bireylerin yalnızlığını, direncini, umudunu etkin bir duyarlılıkla işledi.
Öz, uzun süredir tedavi gördüğü hastanede, yakalandığı akciğer kanseri hastalığından kurtulamayarak 6 Mayıs 2006 günü saat 17:22'de hayata gözlerini yumdu.
“Bak dostum,şu gördüğün arkadaşların hepsi de asılacak belki. Hepsi de idamla yargılanıyor, biliyorsun. Bu çocukların yaş ortalaması yirmi bir falan. Gencecik çocuklar. Görüyorsun, şarkı söylüyorlar. Buradan çıkıp kurtulsalar bile bunların büyük çoğunluğu dışarıda kesinlikle şurada burada vurulup ölecek insanlar. Korkuları yok. İnançları var. İnanmış adam güçlüdür, korkmaz.” . Korkmadılar da. Ama unutulmamak istediler. Bilinmek, hatırlanmak ve sadece tahtada birer rakamdan ibaret kalmamak istediler. Göze göz, dişe diş olarak görüldüler. Oysa ki asılmalarını isteyen de boğularak öldü seksen bilmem kaçıncı yaşında,hafızasız-bilinçsiz bir şekilde. . “Bir sağdan bir soldan” dediler. Sanki kefeye konulabilecek bir şey varmışçasına.. . Unutmadık. . Erdal Öz tanıklığını anlatıyor. Turgut Uyar’ın şu dizesiyle “Herkes ne zaman ölür Elbet gülünün solduğu akşam” . Solmayan güllere...
Eylem yaparken bile "tanımadığın bilmediğin insanların ölebileceğini düşünüyorsun, üzülüyorsun" diyen ve kaçırdıkları Amerikalıları ölümle tehdit etseler de sonra öldürme eyleminden ne kadar uzak merhametli yürekleri olduklarını "Hiç birimiz adam öldürmemişiz ki o güne kadar, o günden sonra da öldürmedik" (Deniz Gezmiş) cümlesi ile anlatan pırıl pırıl insanları biz öldürmüşüz ya daha da kimselere bakacak yüzümüz olmamalı! İnfazlardan sonra cenazeleri ailelerinin istedikleri gibi alıp gitmelerine müsaade etmeyen, üçünün mezarının yan yana olmasına bile izin vermeyen yetkililer ( aileler tam da bunun üstüne "yani yanyana gömülürlerse üçü birleşip yeni bir eyleme mi girişecekler?" diye sorar), cenaze namazlarını zoraki kılan ve gömülürken telkin bile vermeyen imam ne kadar "insan" dır?
"Reis, sen iyi belgeliyorsun," dedi. "Che Guevara'yı belgelediğin öykün çok iyiydi. Belgeye dayalı iyi şeyler yazacaksın sen. Yazmalısın. Bizi de yazmalısın." Şaşırmıştım. "Bizi sen yazacaksın," dedi. "Bizim şu anda tek görgü tanığımız sensin. Boku bokuna asılıp gideceğiz. Yanımıza sokulan tek yazar sensin. Bizlerden sen sorumlusun reis. Bizleri iyice incele incele. Bize sorular sor, gerekli her şeyi öğren, yaz bizi. Yazar mısın?"
“Güçlükle dönüp baktı bana. Yüzünden bir sevinç esintisi geçti. Bakıştık. Acı çeken o gözlerde, yenik düşmüş olmanın ezikliği, mutsuzluğu vardı.” s.130
“Olmayın bu kadar katı yürekli Ey dünyada kalan insan kardeşler.” - Francois Villon
Deniz’den babasına: “Önemli olan çok yaşamak değil, yaşamı boyunca fazla şeyler yapabilmektir... Benden evvel giden arkadaşlarım tereddüt etmediler. Oğlun da ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir. O bu yola bilerek girdi ve sonunun da ölüm olduğunu biliyordu.” s.291
Herkes ne zaman ölür Elbet gülünün solduğu akşam..
Insanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler. Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir... Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir, seni, annemi, ağabeyimi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım. Deniz Gezmiş.
Babacığım, cezaevinde kalan arkadaşları ara sıra yoklarsan, hallerini hatırlarını sorarsan çok memnun olurum. Her birisi oğlun sayılır. Dışarıda bizler için uğraşan dostlarımı ve dostlarını unutmayacağını biliyorum. Yusuf Aslan.
Bir insanın sonunda karşılaşacağı tabii sonuç, bildiğiniz sebeplerden dolayı erken karşıma çıktı. Metin olunuz. Üzüntü ve acılarınızı unutnaya çalışınız. Yazılacak çok şey var, fakat hem mümkün değil, hem de sırası değil... Hüseyin İnan.
Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan ve onlarla birlikte mücadele eden diğerlerinin yaşam öyküsünü anlatmış Erdal Öz. Anlatırken, bire bir onların anlattıklarını, kendi ağızlarından derlemiş. Her sayfada o anları tekrar yaşattırıyor Erdal Öz.
İnsanın canını acıtan bir yaşam öyküsü onlarınki. Yeri geliyor boğazınız düğümleniyor, yeri geliyor gözleriniz doluyor, yeri geliyor öfkeleniyorsunuz.
"Herkes ne zaman ölür elbet gülünün solduğu akşam..."
Hüseyin İnan'ı getirdiler. Bildiğimiz Hüseyin'di. Her zamanki Hüseyin. Oturdu. Bir sigara içip içmeyeceğini sorduk. "İçmeyeyim," dedi. Ayağındaki lastik ayakkabıları gösterdi. "Söyleyin babama, yarın ayağımda bu lastik ayakkabıları görünce, doğru dürüst bir ayakkabısı bile yokmuş demesin, üzülmesin. Mamak'ta, cezaevinde ayakkabılarımızı giymemize bile fırsat vermediler. Ayakkabılarım cezaevinde kaldı. Onlara hediyem olsun."
Bir iş seyahatinde, otel odasında ağlaya ağlaya okuduğum kitap. Beni o kadar sarsmış, o kadar içine almıştı ki, uzun süre etkisinden kurtulamamıştım. Herkesin mutlaka okuması, hatta yeniden okuması gerektiğini düşünüyorum.
"Deniz bize döndü: Cezaevinden bizi yangından mal kaçırır gibi kapıp havada getirdiler. Ayakkabılarımızın bağlarını bile bağlamamıza fırsat vermediler. Postallarımın bağlarını bağlasınlar; asılınca postallarımın ayağımdan düşmesini istemem dedi"
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının hikayesini yakından anlatan çok etkileyici bir roman. Tek oturuşta bitirmiştim. Dönemin politikasına kurban giden üç gencin hikayesi ve aslında siyasetin ne kadar kirli bir oyun olduğunu gösteren yaşanmış bir acı. Özellikle darbe dönemi konuları ilginizi çekiyorsa kesinlikle okumanızı tavsiye ederim. Bir daha okurken Deniz Gezmiş`e hayran oldum diyebilirim.
في جو من التخلف الذي خلقه الحكم العثماني في تركيا والمناطق الذي حكمها، تحكي الرواية عن حياة الرفاق الثلاثة مليئة بالخطر والحب والحزن والتمرد والحنين، والرسائل الأخيرة الموجعة لذويهم قبل الإعدام في عام 1971م.
insan ne zaman ölür? elbet gülünün solduğu akşam."
Deniz Gezmiş'in, Erdal Öz'e Mamak Cezaevi'nin çay ocağında "sen iyi belgeliyorsun reis, yaz bizi. Boku bokuna asılıp gideceğiz. Yazar mısın?" şeklinde hitabı sonrası Erdal Öz'ün yazmayı seve seve kabul ettiği Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'ı ve arkadaşlarını anlatan bu kitap her sayfasında tüyleri diken diken eder. Okurken gözleriniz dolar. Haftalarca etkisinden kurtulamayabilir, günlerce kendinizi o sayfaların en içli şekilde anlattığı karanlık işkence odalarında bulabilirsiniz. Gerçekten iç burkan,can acıtan bir kitap. Kitabın sonundaki mektuplar, esere daha bir hüzün katmış. Duygu sağnağı yaratmış. Ayrıca Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve de Yusuf Aslan'ın idamlarını sanki yerinde izlemişim gibi hissettirdi bana.
Kitabı okurken de bittikten sonra da boğazımdaki yumru geçmedi, ağlamadan duramadım. Olağanüstü bir kitap, farklı görüşleri-yargıları olanların bile mutlaka mutlaka okuması gerek.
"Gülünün Solduğu Akşam" bir dönem Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının hapishane arkadaşlığını yapan Erdal Öz'ün cezaevinde tuttuğu notlardan ve anılarından yola çıkarak yazdığı ve okuyucunun dönemle alakalı bir çok yeni bilgiye erişeceği çok önemli bir kaynak.
Kitap Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'dan hareketle diğer arkadaşlarının eylemleri ve yaşadıklarını tüm çıplaklığıyla okuyucuya ulaştırırken, özellikle işkence anlatıları ve Deniz'lerin idama giderken son anları boğazların düğümlemesine neden oluyor.
Son bölümdeki "zehir isteme" olayı da bir hayli ilginç. @canyayinlari baskısıyla.
Gülünün Solduğu Akşam'ı okurken boğazım defalarca düğümlendi; Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının son günlerine tanık olmak yürek burkan bir deneyimdi. Erdal Öz'ün Mamak Cezaevi'nde tuttuğu notlardan beslenen anlatımı öylesine içten ve canlı ki, sanki ben de demir parmaklıkların ardında onların yanındaydım. Belgesel-anı karışımı bir eser olduğu için kimi yerde roman temposunu bulamadığımı itiraf etmeliyim. Ancak gerçekliğin sarsıcılığı ve anlatımdaki samimiyet bu eksikliği fazlasıyla telafi ediyor. Kısacık mektuplar ve son dilekler... "Gülünün solduğu akşam" ifadesinin ağırlığını iliklerime kadar hissettim.
Dönemin olaylarını akıcı ve yalın bir dille anlatır. Aslında kitabın değeri benzer kitaplardan farklı, Erdal Öz'de o dönem tutuklu, Mamak cezaevindeki gizli söyleşilerden, kısa kısa notlarından hazırlıyor bu kitabı. Ne zor şartlarda! Sebebi mi? Deniz Gezmiş'in kendisine "Bizi yaz" diye ısrarcı olması. Erken tahliyesi her şeyi yarım bırakır, elinde bir roman yazacak kadar veri yoktur çünkü. Yıllarca nasıl bir şey yazması gerektiğini bilmiyor, Erdal Öz. Sonunda Gülünün Solduğu Akşam çıkıyor ortaya...
Üzülerek, içim sızlayarak birkaç yılda bir okurum.
bir çoğumuz Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan'ı biliyoruz; idamları dahil yaşadıkları her şeyi bir sürü farklı kaynaktan hatta dönem dönem dergi-gazetelerden okuduk. kitapta sadece 3 fidan değil diğer arkadaşları da anlatılıyor ve özellikle İrfan Uçar'ın işkencesinin anlatıldığı bölüm beni derinden sarstı. bu kitabı gözlerinden bir damla yaş gelmeden okuyabilecek biri yoktur sanırım. Erdal Öz ardında şahane bir eser bırakmış.
Yarın çocuklarımızın bu ülke ile gurur duyabilmeleri, göğüslerini gere gere Türkiyeliliklerini haykırabilmeleri için her birimizin sorumluluklarını ve seçimlerini sürekli gözden geçirmesi ve hep doğruyu ve iyiyi kovalaması gerekiyor. Geçmişi tarafsızca gözden geçirip iğne, çuvaldız olayına girmemiz, kesin gerekiyor.
Yine her satırında güreğime nice ağır taşlar oturdu... bu denli inanmışlık, bu denli adanmışlık pek az kişi yaşamıştır yeryüzünde. Her satırda biraz daha hayran oluyor, biraz daha saygı duyuyorum sahip oldukları yüreğe. Milyonlarca kelime bir türlü ifade etmeme yaramıyor şu anki hislerimi. Okuyun arkadaşlar, bilmemiz lazım, aydınlanmamız lazım ki onlar boşuna toprağa düşmüş olmasınla...
Çok geç kalmışım bu kitabı okumakta, benzer çok kaynaktan okuduğum için çok değişik gelmedi. Ama üzücü, duygulu ve acı. Solculuk,sağcılık,marksizm, leninizm, faşizm hepsi hiç bir zaman salt doğru gelmez bana nedense. Bir de...! Deniz gezmiş, hüseyin inan, yusuf aslan gibi uçlarda olamayışım, olanı anlamayışım da cabası...!
Zaten bildiğin hikaye. Ama daha yakından daha samimi anlatılınca olanlar, sistemi daha da yakından tanıdıkça insan bi tiksinti kaplıyor ruhunu, vicdanını. O Deniz'dir ve Deniz'ler gün be gün çoğalandır!
Üzerine denecek hiçbir şeyim yok. Deniz, Yusuf, Hüzeyin, Mete, Sinan, İrfan'dan buraya nasıl geldik, o imamlar, savcılar azalacağı yerde nasıl arttı, kestiremiyorum. Bu kadar kötü nasıl olunur, anlayamıyorum. Herkesin okuması gereken bir kitap.
"Bizi sen yazacaksın." dedi."Bizim şu anda tek görgü tanığımız sensin.Boku bokuna asılıp gideceğiz. Yanımıza sokulan tek yazar sensin. Bizlerden sen sorumlusun reis. Bizleri iyice incele.Bize sorular sor, gerekli her şeyi öğren, yaz bizi. Yazar mısın?"