Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam'da, değişen bir dünyada çöken bir dinsel - geleneksel imparatorluktan ve Sevr'i imzalanmış olan bir kalıntıdan, yepyeni bir ulusun, yepyeni bir devletin doğuşunu anlatıyor. Tek Adam, sadece Türk Devrimi'ni değil, aynı zamanında, Mustafa Kemal Atatürk'ün kişiliğinde, bir devrimciyi de çok iyi çözümleyen ve okuyucuya aktaran bir başyapıt... EMRE KONGAR
Şevket Süreyya Aydemir was a Turkish writer, intellectual, economist, historian, and one of the founders, publisher and a key theorist of Kadro ("Cadre"), an influential left-wing political journal published in Turkey from 1932 to 1934.
Aydemir was a prolific writer. His most famous work was İnkılap ve Kadro ("Revolution and the Cadre"), published in 1932, where he outlined his theory of political economy presented in the Kadro journal. He published his memoirs, Suyu Arayan Adam ("The Man Searching for Water") in 1959. Between 1963 and 1965, he published Tek Adam ("The Single Man"), a three volume tome on Mustafa Kemal Atatürk. He also published a biography of İsmet İnönü titled Ikinci Adam ("The Second Man").
Muatafa Kemal Paşayı anlayabilmek için mutlaka okunması gereken bir kitap. Oldukça akıcı bir dilke yazılmış... Sayfaları çevirdikçe bitmesini istemediğinin bir filmi izler gibi oluyorsunuz.
“29 Nisanda gene çarpışmalar sürer. Herkes bulunduğu taşa toprağa elleri, ayakları, tırnaklarıyla sarılmıştır. Gene de herkesin hiç dinmeyen cabası, karşısındakinin yapıştığı toprağı onun elinden almaktır. Onu ya öldürmek ya atmaktır. Çörçil hatıratında Türklerin bu çabasını şu cümleyle özetler:
‘Türkler bu daracık geçit başında sıkı bir savunmaya girişmişlerdi. Canlarını veriyorlar, fakat vatanlarının toprağından bir karış bile vermiyorlardı...’
30 Nisan'da bir kumandanlar toplantısı yapılır. Anlaşılır ki 6 günden beri, düşmanın iki tümeni imha edilmiştir. Mustafa Kemal'in bildirisi ise kısa ve kesindir:
‘Bire kadar hepimiz ölerek düşmanı mutlaka denize dökmek lâzımdır. İçimizde ve askerlerimizde, Balkan Harbinin utancını bir daha görmektense ölmeyecek yoktur. Böyleleri varsa onları kendi ellerimizle kurşuna dizelim!’
Bu son cümle söylenirken herkesin dişleri gıcırdar. Gözleri bulanır. Bakışlarını sağa sola kaçırırlar. Yahut başları öne eğilir. ”(s. 223)
Tek Adam serisinin birinci cildi Mustafa Kemal’in doğumundan milli mücadeleyi başlatmasına kadarki süreci içeriyor. Atatürk’ün hayatı aşina olmadığımız bir konu değil ancak Şevket Süreyya Aydemir, bu hikayeyi onlarca kitaptan ve dönemin tanıklarının anılarından yararlanarak çok boyutlu ve gayet akıcı olarak anlatıyor ve satır aralarında çok güzel bilgiler ve gözlemler veriyor.
Mustafa Kemal’in hayatında çok sayıda dönüm noktası var. İlk dönüm noktası tabii ki mahalle mektebi ile Şemsi Efendi ilkokulu karşıtlığı ve Ali Rıza Bey’in kararı. Ancak sanırım bu noktadan sonra Mustafa Kemal kendi hayatıyla ilgili tüm noktalarda kendi sesini çıkarmak, kaderine yön vermek gayretinde olmuş. Hiçbir koşulda kaderine razı bir görüntüsü yok. Her kırılma noktasında ses çıkarıyor, itiraz ediyor, birilerine yazıyor, talep ediyor ama razı gelmiyor. Bunların her biri istediği gibi sonuçlanmıyor elbette ancak karakter özelliği olarak “vazgeçmeme” özelliği çarpıcı. Ve bu vazgeçmeme uğruna bazen hiyerarşiyi kırarak itaatsiz olarak algılandığı, uyarıldığı da oluyor. Mustafa Kemal’in bu itaatsiz, hırslı, fazlasını talep eden, kendini üstleriyle yarıştıran, hatta kendini onlardan üstün gören ve oralara oynayan tavrı askerlikteki başarılarıyla bir şekilde tolere ediliyor, istifaları görmezden geliniyor. Tabii bu bence büyük bir şans. Çünkü suikastlerin, sürgünlerin yaygın olduğu bir dönemde tepedekilerin bariz bir rakip olarak algılamasıyla yok olup giden biri de olabilirdi. Gerçi sürgün ediliyor, suikast söylentisi de var ama en azından bu dönemde göz korkutmanın ötesinde ciddi bir şey görmüyoruz.
Son olarak kitapta, bizi Almanların oldu bittisiyle büyük bir savaşa sokması, orduyu neredeyse Alman kurmay heyetine teslim etmesi ve savaş esnasında da hayalperest maceralara girişmeleri nedeniyle Enver’e ve İttihat ve Terakki’nin tepe yönetimine, ve tabii ki saltanata ve saltanatın “yaşlı” sadrazamlarına çok ciddi eleştiriler de var.
Eklerde Sultan Reşad’ın Osmanlı’yı savaşa sokan fermanını da okuyun mutlaka.
Tarih okumalarımı bir düzene sokmamda çok etkili olduğunu düşündüğüm kaynak kitaplardan biri “Tek Adam” serisi. Şevket Süreyya Aydemir, sadece Mustafa Kemal Atatürk’ün biyografisini sunmuyor bizlere. Yanı sıra bağımsızlık mücadelemizin önemli olaylarının kronolojisini, Atatürk’ü şekillendiren çevreyi, dönemin şartlarını, imkânlarını, temasta bulunduğu kişileri yakından tanıtıyor. Özetle; heyecan Atatürkçülüğü değil belge ve araştırmalara dayanan, tarihimize ışık tutan çok önemli bir çalışma. Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayarak, Atatürk’ün içinde bulunduğu koşulları ve kişileri etraflıca incelememize, değerlendirmemize, çıkarımlar yapmamıza olanak veriyor. Eser, bu yönüyle Atatürk’ün karakter analizini yapan, O’nun devrimlerine giden yolda, fikirlerinin daha iyi anlaşılmasını sağlayan, önemli kilometre taşlarından biri. Turgut Özakman’ın dediği gibi: “Topyekün çağdaş uygarlığa ulaşmak zorundayız. Atatürk’e yürüyelim.” Şimdi 1. cildi inceleyelim: 📖 1. cilt (1881-1919) 8 bölümden oluşuyor. Her bölümde bir tarihsel süreç ana hatlarıyla ve bağıntılı olay örgüsü ile beraber işleniyor. Bu esnada notlar almaya başlayarak bir kronoloji oluşturabilirsiniz. İlk bölüm 📍Osmanlı Rumelisi’ni (özellikle Selanik) o günkü pencereden izlerken, Mustafa Kemal’in içine doğacağı toplumu, çevreyi tanıyor, ailesi hakkında bilgiler ediniyorsunuz. Okul hayatına giden yolu, ilkokul sürecini, dönemin önemli aydınlarını ve yönetimin eğitim şartlarını kavrıyorsunuz. İkinci bölüm 📍Atatürk’ün ortaokul, lise ve üstü eğitim hayatını okuyorsunuz. Onun düşünce yapısını geliştiren ve şekillendiren etkenleri gözlemliyoruz (Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kuruyor). İlk vatan heyecanını ve sürgün edilişini, kişisel ruh halini, çözümlemelerini, benliğini arayışlarını, özetle Mustafa Kemal’in askerlik mesleği ile tanışıp ilerlemesini, -ilk gençlik ve gençliğe giden yolu diyebiliriz- bu aşamada öğreniyoruz. Bu sırada dünyadaki önemli gelişmeleri, bu gelişmelerin dünyaya ve coğrafyamıza etkileri de yansıtılıyor. Üçüncü bölüm 📍O artık bir sürgündür ve özgürlüğe giden yolda çareler aramaya başlayan cesur ve özgüveni yüksek, genç bir subaydır. Bu uğurda oluşumlara girişir, bağımsızlık mücadelesi başlar (Vatan ve Hürriyet Cemiyeti oluşumunu burada da devam ettirme arayışında). 🗝Ben, hayal ettiği yönetim ve medeniyet fikrinin bu bölümde doğduğunu düşünüyorum. Özellikle bilinçli ve aydın toplum yaratma fikrinin ilk sinyalleri Şam’daki görevi sırasında beliriyor diyebilirim. Dördüncü Bölüm 📍Mustafa Kemal Atatürk tarih sahnesinde yerini almaya başlıyor. Hürriyetçiler, ihtilal gerçekleştiriyor ve İttihat ve Terakki Cemiyeti bu esnada kuruluyor. Cemiyetin önemli isimlerinden Enver Paşa ile tanışıyor. 🗝Bu bölümden itibaren Enver Paşa’nın kişiliğini de detaylarıyla öğrenmeye başlıyoruz. Atatürk’ün ise esas fikirleri ve yönetim şekli belirsiz de olsa oluşmuştur. Yapılması gerekenleri planlamaya başlamıştır. Askerlik üzerine planları ve stratejileri, ileri görüşlülüğü şekillenmeye başlamıştır. Olaylara bakış açısı ile geri plana itilmiştir ama sabırla askerlikle ilgili görevlerini yerine getiriyordur. Beşinci Bölüm 📍İttihat ve Terakki Cemiyeti kurulmuş ancak, devrimin sonrası planlanmamıştır. Atatürk bu bölümde devrimle ilgili fikirlerini ve eleştirilerini açıkça anlatıyor. Osmanlı’nın askeri yapısına ışık tutacak görüşlerini (bir uyarı olarak) resmi bir bildiri olarak gönderiyor. İhtilal öncesi Osmanlı’nın yapısı, 31 Mart olayları, Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, Babıali Baskını ile padişahın tahttan indirilmesi, orduda ıslah fikri ve Almanlar’ın bu konuda görevlendirilmeleri bu bölümde özetleniyor. 🗝Aydemir’in ihtilal sonrası gözlemleri çok değerli. 🗝Özellikle Balkan Savaşı ve Atatürk’ün verdiği mesajlar, fikirlerini anlamak açısından bilgilendirici. Altıncı Bölüm 📍1. Dünya Savaşı başlamıştır. Enver Paşa baş karar vericidir. İstişare edilmeden alınan kararlar neticesinde Osmanlı savaşa girmiştir. 🗝Üç Paşalar hakkında önemli bilgiler ediniyoruz. Osmanlı İmparatorluğu savaşa nasıl ve ne zaman dahil olmuştur? Atatürk’ün savaşa girmememiz gerektiğine dair hükümete uyarıları nelerdir? Sarıkamış Harekatı ile ordu nasıl yok edildi? Bu soruların cevaplarına yanıt buluyoruz. Öte yandan işgal güçleri boğazı geçmeye çalışıyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün daha çok sorumluluk isteyerek Çanakkale Savaşları’nda izlediği başarılı politikalar, Kemalyeri ve “Çanakkale Geçilmez” deyimiyle taçlanan zaferi yine bu bölümde ele alınıyor. Çanakkale Zaferi sonrası yaşananlar, Atatürk’ün “Paşa” unvanı, Doğu Cephesi’ne tayini, hükümetin Hicaz Seferi dayatması ve Atatürk’ün istifası, Vahideddin ile ilk temas ve orduların çöküşüne giden süreçler de yine bu bölümde özetleniyor. Yedinci Bölüm 📍1. Dünya Savaşı son buldu. Osmanlı, ağır bir yenilgiye uğradı. Enver Paşa dahil, sadrazam ve diğer karar vericiler kaçtı. Mondros Ateşkesi imzalandı. İşgal güçleri Türkiye’yi paylaşmak için gizli anlaşmalar yapıyor yine bu güçler İstanbul ve Anadolu’da gövde gösterisindeler. Ev baskınları, tutuklamalar ile önemli rütbelere sahip askerler ve devletin ileri gelenleri saf dışı bırakılıyor. Atatürk’ün görev yerinden İstanbul’a çağrılışı ve ateşkesten sonra gördüğü manzara, onun içinde bağımsızlık meşalesini tutuşturuyor. Padişah taht derdinde, halk bir başına çaresiz. Ordu yok denecek halde. Atatürk çözüm yolları arıyor, pek çok insanla ve hükümet ile temas kurmaya çalışıyor. Siyasette aktif rol alarak kurtuluş planlarını gerçekleştirmek için fırsat kolluyor, padişah kendine bağlılık istiyor. Özetle ateşkes ve hemen sonrasını, Atatürk’ün ateşkes sonrası ilk tepkisini öğreniyoruz. “Halk kendi kendini savunmalı, ordu bu savunmada halkın yanında yer almalıydı” fikri öne çıkmıştı. Bu nasıl gerçekleşecekti? Sekizinci ve Son Bölüm 📍1. Dünya Savaşı kaybedildikten sonra ateşkes sonrası İstanbul ne durumdaydı? İstanbul’da hiçbir şey eskisi gibi değildi. Ülke, işgal kuvvetlerince zapt edilmişti. Hükümetin önde gelenleri bu güçlere yaranmak pahasına çalışıyordu. İşgal güçleri Türkiye’yi paylaşma planlarını uygulamaya koymuştu. Anadolu ve İstanbul’un o günkü şartlar altında, maruz kaldığı zulüm had safhaya ulaşmıştı. Aydınlar ve mücadele edenler zindanlardaydı. İşgal güçleri, evleri basıyor, aramalar yapıyordu. Huzur kalmamıştı. Mustafa Kemal, yapılması gereken bütün işleri, atılması gereken bütün adımları atıyor, çareler aramaya devam ediyordu. Fakat İstanbul’da yapacak bir şey kalmamıştı. Halk kendi kendini savunmaya Anadolu’dan başlamalıydı. Bunun üzerine Mustafa Kemal Atatürk, Anadolu’ya çıkış yollarını aramaya koyuldu. Ordu bu savunmada halkın yanında yer almalıydı. Aylarca düşündü, arkadaşlarıyla istişare etti, sonunda kendi iç hesaplaşması ile kendi özünü buldu, kararlı ve güçlü kişiliğini ortaya koydu. Temasları bir yol açmıştı. O günlerde işgal güçleri Karadeniz’i işgalin yollarını arıyordu ve Türkler Rumlar’a saldırıya geçtiler diyerek bu sorunu hükümetten halletmesini istediler. Aksi takdirde Samsun ve çevresi işgal edilecekti. Hükümet olayları yatıştırması için bölgeye bir müfettiş göndermeye karar verdi. O müfettiş Mustafa Kemal Paşa idi. Artık Anadolu’ya açılmasının önünde bir engel kalmamıştı. Atatürk ve karargahı Bandırma Vapuru ile 19 Mayıs 1919’da Samsun’a varmıştı. İstiklal Savaşımız işte böyle başladı.
Not: Kitap pek çok açıklayıcı dip not ve kaynaklarla mükemmel bir yol gösterici. Jön Türkler ve İttihat ve Terakki hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmak için Sina Akşin’in kitabını da okumaya başladım. Bir roman havasında Bekir Fahri’nin Jön Türk kitabı da başarılı. Tavsiye ederim. Tek Adam serisinin ikinci kitabında görüşmek üzere.
"Büyük meseleler ve büyük felaketler karşısında gösterdiği reaksiyonlar, insanoğlunun hamurunun özel bir vasfıdır. Bu vasıf daha çok belli yaradılıştan gelir. Ama serüvenler, tecrübeler, ihtiraslar ve irade terbiyesi ile onu durmadan mayalayan, gene insanın kendisidir. Işte bu gibi hallerdeki reaksiyonları bakımındandır ki insanlar iki gruba ayrılırlar. Bu grupların birinde, olayları olduğu gibi kabul edenler ve ona teslim olanlar yer alırlar. Diğer safta, mukavemet ve dayatma ruhunu işletebilenler vardır. Tecrübelerine güvenerek, iradesini harekete getirerek, o anın şartlarına yenilmeyip, gözünü ilerilere çevirerek ve ileride çıkış noktaları sezerek ve bu noktaların bulunacağına güvenerek direnenler vardır. Özgür şahsiyetli ve özel vasıflı insanlar bunlardır. Bunlar yedilenler değil, yedenlerdir. Önderler, sürükleyiciler, mübeşşirler bunlardan çıkar."
"'ah selanik, seni bir daha türk olarak görecek miyim?' dedi. baktım, ağlıyordu. o altın sarısı saçlarını okşadım. teselli etmeye çalıştım. ben, mustafa kemal’in, bütün müşterek hayatımız boyunca bu derece duygulandığını görmedim."
Objektif ve anlaşılır ara ara kendini tekrar eden bir biyografi olmuş. Ancak kitab��n beyaz kağıda basılması, puntoların küçücük olması ve yazım yanlışları okuma keyfimi baltaladı.
Tek Adam serisinin bu cildinde, Atatürk'ün doğumundan itibaren 19 Mayıs 1919'a kadar yaşadıklarını okuyoruz. Atatürk'ün kişisel hayat hikayesinin yanı sıra bu dönemde ülkede ve dünyada yaşanan gelişmeleri de işliyor kitap. Kitabın hacminden de anlaşılacağı gibi detaylı bir çalışma değil maalesef. (Hayatının üçte ikilik dönemi 350 sayfada anlatılırken geri kalanı yaklaşık 1200 sayfada anlatılmış.)
Atatürk'ün hayatını genel hatlarıyla bilenler ve bahsi geçen zaman diliminde yaşanan siyasi/askeri mevzulara hakim olanları içerik olarak pek tatmin etmeyecektir. Yine de anlatımını beğendim, keyifle okunuyor ve güzel bir hafıza tazelemesi oldu benim için. Serinin diğer iki cildini daha çok merak ediyorum. Nasipse onları da okuyacağım.
Tahminlerimin üstünde bir okuma oldu. Evet iyi bir kitap biliyordum fakat bu kadarını beklemiyordum. Şevket Süreyya Aydemir sadece yazmamış, yaşamış ve bize yaşatmış. Böylesi bir kitabı herkesin okuması elzem diye düşünüyorum ve şiddetle tavsiye ediyorum.
Özellikle son sayfalarda yer alan Cevat Paşa ile konuşmada gözlerinizin dolmaması çok zor…
- Bir şey mi yapacaksın Kemal. - Evet Paşam bir şey yapacağım. - Allah muvaffak etsin! - Mutlaka muvaffak olacağız…
Bu kitabı okumam bir haftamı aldı, tam anlamıyla sindirerek okumaya çalıştım çünkü hepimizin bildiği gibi Atatürk gibi bir tarih hızlıca okunup bitirilecek türden değildir. Tek Adam, Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını, düşüncelerini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurma sürecini ayrıntılarıyla anlatan, inanılmaz derecede detaylı ve bilgilendirici bir eser.
Bu kitap aslında uzun bir okuma maratonuma başlangıçtı. Kitabı okurken her bir dipnotu anlamaya çalıştım ve bu süreçte biraz belge karıştırarak ve birkaç video izleyerek öğrendiklerimi pekiştirdim. Özellikle tarihî olayların arka planını daha iyi kavramak için konuları derinlemesine araştırmam gerekti ve bu yüzden okuma sürecim oldukça yavaş ilerledi. Ama bu yavaşlık, kitabı sindirerek anlamama ve olayların bağlamını daha iyi kavramama olanak tanıdı diyebilirim.
Bu seriye başlamadan önce, Atatürk’ü daha iyi nasıl anlayabilirim diye düşünerek bir araştırmaya giriştim ve onun hakkında okuyabileceğim kitapları listeledim. Çeşitli tarihçilerden videolar izledim, notlar aldım. Tarih okuması biraz çetrefilli olabiliyor, hele ki kaynağınız sağlam değilse işiniz gerçekten zor. Şevket Süreyya Aydemir’in anlatımı çok etkileyiciydi. Sadece kuru tarih bilgisi vermekle kalmayıp olayları neden-sonuç ilişkisi içinde ele alarak okuyucuyu düşünmeye sevk ediyor. Atatürk’ün askeri dehasını, siyasi öngörüsünü ve toplumun ilerlemesi için attığı devrim niteliğindeki adımları adım adım takip etmek, onun ne denli ileri görüşlü bir lider olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Kitap, Atatürk’ün sadece siyasi kararlarını değil, aynı zamanda insani yönlerini de ortaya koyuyor. Onun hayal kırıklıklarını, umutlarını, dostluklarını ve hayata bakışını öğrenmek, onu bir liderden çok daha fazlası olarak görmemi sağladı. Tek Adam, Atatürk’ü hem tarihi bir figür hem de bir insan olarak anlamak isteyenler için mutlaka okunması gereken bir eser.
Okuması kolay bir kitap değildi; dikkat, sabır ve araştırma gerektirdi. Ancak sonunda hissettiğim tatmin duygusu tarif edilemezdi gerçekten. Atatürk’ü daha önce hiç bu kadar derinlemesine anlamamıştım, bunu biraz üzülerek ekliyorum. Eğer tarihe, özellikle de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecine ilgi duyuyorsanız, bu kitabı kesinlikle okumalısınız. Fakat eklemeliyim ki bazı sayfalardaki dipnotlar asıl metinden daha uzun, bunu göz önünde bulundurun.
ذلك الكتاب عن حياة مصطفى كمال آتاتورك مؤسس الجمهورية التركية الحديثة والذي لا يزال يعتبر الى اليوم ضامن كينونتها وعلمانيتها بعد ثلاثة أرباع القرن من رحيله. وهو بالتالي وبهذه الصفة المنغّص الأول لعيش سيد تركيا الحالي الذي لا يشعر بعد أن في إمكانه التخلص منه، ولم يعد يمكنه أن يتحمل صوره منتشرة رسمياً في كل مكان. ثم ها هم الشبان الغاضبون يقفون في الساحة العامة، وبكل هدوء يقرأون سيرته على الملأ. والأدهى من هذا أن الكتاب الذي نتحدث عنه ليس سيرة رسمية من النوع الذي قد يمر به الناس ويبتسمون، بل هو عمل أدبي درامي حقيقي صدر في ثلاثة أجزاء متتالية بين العامين 1963 و1965 ليقدم عن الزعيم التركي المبجّل صورة في غاية الإنسانية ندر أن حظي بمثلها رجل سياسة في منطقتنا. ومن هنا تتبدى خطورة الكتاب ويظهر تأثيره وتعلق القراء الأتراك به...
> لقد صاغ آيديمير كتابه الضخم متتبعاً جزءاً بعد جزء حياة ونضالات مصطفى كمال، إنما من دون أي مسعى منه للتوقف طويلاً عند البعد السيكولوجي الذي ترى كتب كثيرة أنه كان أساسياً في تحركه منذ البداية. بالنسبة إلى آيديمير، لا شك في أن هذا البعد أساسي لكنه ليس كل شيء، حتى وإن كان الكتاب، في جزئه الأول، يسبر مطولاً سيرة الطفل الذي كانه كمال، ليتابع بعد ذلك خطوة خطوة مساره كشاب ثم كرجل ناضج، ساعياً الى إدراك الأسباب التي جعلت منه.... رجلاً وحيداً. والحقيقة أن الأساس لدى هذا الكاتب ليس أفعال مصطفى كمال وأقواله، بل وحدته التي ما انسحب منها أبداً، تلك الوحدة - التي ينبهنا الكاتب على أية حال الى أنها لم تتحول الى تفرّد في الزمن اللاحق حين أصبح مصطفى كمال «أباً للأتراك» (أتاتورك»).
بل ظلت وحدة درامية تُغرق صاحبها في التفكير ومحاولة تجاوز ذاته. وللتوصل الى تفسير هذا كله، ينكبّ آيديمير منذ البداية على تحليل الأوضاع الأخلاقية والمادية التي حكمت طفولة مصطفى كمال وشبابه. وللوصول الى هذا، صوّر الكاتب ذلك المناخ الأليم لكائن متحدّر من أوساط بائسة، أدرك هو نفسه وبصورة مبكرة، مقدار عبقريته ولا سيما حين كبر وبدأ احتكاكه بالبيئة الريفية التافهة التي كانت تهيمن على مسقط رأسه سالونيك، ثم لاحقاً اكتشافه التفاهة ذاتها لدى الأوساط العسكرية العليا التي سرعان ما لاحظ أنها تحاول خنق مساره العسكري المهني خوفاً من تفوقه. وفي هذا السياق، لافت هنا العرض الشيق والقاسي الذي يقدمه الكاتب، في الجزء الثاني من الكتاب، للصراع الذي راح يدور بين الضابط مصطفى كمال، ورئيسه الضابط الكبير الذي كان يعتبر الأقوى والأكثر شعبية في الأوساط العسكرية حينذاك، أنور باشا. والحقيقة أن هذا الصراع إذ يرسمه قلم آيديمير يبدو هنا جديراً بعمل شكسبيري مميّز. ونعرف أن الصراع بين الرجلين إنما دار من حول مسألتين سياسيتين كانتا بالغتي الحساسية حينذاك: فكرة النزعة الوحدوية الطورانية ومبدأ التحالف مع القيصر الألماني ذي الرغبات التوسعية. في هاتين المسألتين عارض مصطفى كمال رئيسه بقوة.
> في خضم ذلك لم يتوقف مصطفى كمال في مسيرته التي امتلأت بالأخطار والعقبات ولا سيما خلال تلك المرحلة التي راحت فيها الإمبراطورية العثمانية تتفتت وتنفصل عنها الأقاليم. لقد واكب مصطفى كمال كل تلك الأحداث وحيداً منطوياً على داخله ولكنه فعل ذلك من دون أن يبتعد من العمل العسكري والسياسي اليومي الذي بدا واضحاً انه يكرس له كل فكره وجهوده. وعلى هذا النحو يتابعه الكاتب خلال تلك السنوات الصعبة مركزاً على التضافر بين الجانب الجوّاني في مسيرته الشخصية التي لم يكن يبدو لمن يدنو منه في ذلك الحين انه واثق حقاً الى أين سوف تقوده، والجانب البراني الذي كان من الصعوبة بمكان التنبؤ بما سوف يؤول اليه. إذاً كانت تلك سنوات اللايقين والقلق. غير أنه، وبحسب آيديمير، كان من المستحيل ملاحظة ذلك القلق لا في تصرفات مصطفى كمال ولا في أفعاله. كان يبدو من الخارج وكأنه رجل تقوده خطواته الى مصير، خاص وعام، موثوق. ولسوف تظل الحال على هذه الشاكلة حتى وصوله الى إسطنبول التي كانت خاضعة لعدة احتلالات في آن معاً في ذلك العام المفصلي 1918. ولعل الفرصة الكبرى التي أُعطيت لمصطفى كمال يومذاك كانت في هرب أنور باشا وغيره من كبار الضباط من المدينة خوفاً من تكالب الأعداء الذين أخلوا المكان لسلطان ضعيف ووزراء لا حول لهم ولا قوة يخضعون لإرادة الأعداء من دون تفكير مستسلمين للهزيمة. وهنا وجد مصطفى كمال نفسه وحيداً مع بعض أصحابه في مواجهة الأحداث، فقرر أن يمضي بهم الى الأناضول ليقود كفاحاً مسلحاً ينقذ به الأمة.
> بذلك الكفاح المسلح إذاً يبدأ الجزء الثاني من الكتاب الذي يحتوي تلك الأحداث الخطيرة التي تشغل الأعوام 1919 -1922 وصولاً الى انفراط القوات المتجمعة المعادية التي سوف ينتهي بها الأمر الى الغرق خلال هروب أفرادها في مياه بحر إزمير. ولعل الصفحات الأقوى في هذا الجزء من الكتاب هي تلك التي يصور فيها المؤلف الصراع الذي خاضه مصطفى كمال، بصحبة «القوى الحية في البلاد» كاشفاً فيه عن قوة تنظيمية وعسكرية يتمتع بها، إنما مركزاً في الوقت ذاته على أن ذلك كله، وحتى الانتصارات المتتابعة التي أنقذت الأمة التركية لتفصلها لاحقاً وبصورة كلية عن الإمبراطورية العثمانية، لم تنقص من وحدته. فهو في الأحوال جميعها ظل ذلك الرجل المنطوي على ذاته والقليل الثقة بالآخرين، بل حتى الخائف على البلد والأمة وعلى ما بدأ يبنيه، إن أصابه مكروه. واللافت في أسلوب الكتاب أن هذا كله إنما يعبر عنه مصطفى كمال في مناجاته مع نفسه وفي كتابات يدونها بأكثر ما يعبر في أحاديث يجريها مع آخرين.
> المهم أن الأحداث تتتالى بعد ذلك سريعاً لينشغل الجزء الثالث من الكاتب بمستتبعات الانتصار من استعادة الاستقلال وعزل السلطان ثم إلغاء الخلافة فإعلان الجمهورية وتسلم مصطفى كمال - وقد استحق هذه المرة اسمه الذي سيعرف به منذ ذلك الحين: أتاتورك، مقاليد الحكم، بل حتى دخوله الحياة العامة‘ ولكن دائماً مع تمسكه بوحدته وانطوائه كما كان في طفولته. وبهذا يعود الكتاب ليغلق هنا دائرة حياة هذا الرجل التاريخي الذي هيمن على قدر الأتراك وأعاد لهم كرامتهم، ولكن من دون أن يبدل كل ذلك المصير قيد أنملة من مزاج الطفل الذي كانه في سالونيك ذات يوم.
Düzeltilmesi gereken bir kaç küçük detay dışında Atatürk'ü ve Kurtuluş Savaşımızı anlamak için okunabilecek, yalın anlatımlı, akıcı ve en kapsamli eser olan üçlemenin ilk kitabı...
Atatürk'ın doğumuyla başlayan anlatı Samsun'a ayak basması ile ikinci cildi okumaya başlamak için sizi davet ediyor.
İyi kitap. Bazı yerlerde hikaye anlatıyor boş yapıyor. Özellikle Zübeyde hanım kısımları beni deli etti. Ulan ayıp be ayıp zübeyda hanım şöyle güzel, böyle iyi. Genç zübeyde hanım efso falan abim ayıp değil mi ya? Kaç yaşında kadın... Neyse, savaşları anlatması da zayıf. Kafam da hiç bir şey canlanmadı ama canlansa ne olacak sanki... Bunların dışında gayet iyi. Dipnotlar yeterli ve çok güzel.
Dönem çok kalabalık olduğu için her şeyi veremiyor. 19. yy osmanlısı, sarı paşa zamanları, çanakkale savaşı falan ayrı ayrı okunulması gereken başlıklar ama kitap bunların eksikliğini hissetirmiyor aksine meraklandırıyor "abi okumak lazım" dedirtiyor.
(1) kitapla alakalı belgeler Makedonta'dan Ortaasya'ya - Enver Paşa isimli eserimizde verilmiştir. Hadi bakalım :D
Tek Adam, Mustafa Kemal Atatȕrk`ȕ anlamak ve yașamı hakkında detaylı bilgi edinmek isteyen herkesin okuması gereken, ȍzenle yazılmıș degerli bir eser. Cilt I, Mustafa Kemal’ in ҫocukluk yıllarından bașlamak ȕzere, Osmanlı`nın son dȍneminde onun askeri egitimi, Birinci Dȕnya Harbi yılları ve ulusal kurtuluș mȕcadelesi icin Samsun`a hareketine kadar olan sȕreci kapsıyor (1881-1919). Şevket Sȕreyya Aydemir (1897-1976), Tȕrkiye yakın tarihi (Osmanlı`nın son dȍnemi ve Cumhuriyet sonrası) konularında ayaklı tarih denilebilecek nitelikte, ҫok bilgili, birҫok eser yaratmiș usta bir arastırmacı ve yazar. Aydemir bu kitapta olayları kronolojik bir sıralamadan ȍte, fazla duygusallıga kapılmadan kendi analiz ve yargılarını da katarak, ilginҫ, renkli ve kolay okunur bir tarzda sunuyor.
Bu kitapda, Mustafa Kemal`in ҫocukluk yıllarının sandıgımdan ҫok daha zorlu ve yoksul koșullarda geҫtigini, annesi Zȕbeyde Hanım`ın ısrarı ile, eski usȕl kȍhne bir mahalle okulunda egitime bașlayıp sarıklı bir molla olmasına ramak kaldıgını (nitekim mahelle okuluna Zȕbeyde`nin ısrarı ile kaydı yapılmıștır), fakat birkaҫ gȕn sonra babası Ali Rıza Efendi`nin basireti ve ısrarı ȕzerine Selanik`de ҫagdaș bir ȍzel ilkokulda egitimine bașlayıp, askeri rȕștiye, idadi ve harbiye egitimlerine yȍneldigini ȍgreniyoruz. Kanımca,Tȕrk Milleti ve Cumhuriyeti, Mustafa Kemal`i Atatatȕrk yapan ve milletinin kaderini degiștirme yolunda bir gelecege yȍnelten, kȕҫȕk bir memur ve sonra bahtsız bir iș adamı olan Ali Rıza Efendi’ye bȕyȕk minnet borcu vardır. Onun ısrarı ve verdigi bu karar, Musafa Kemal`in kaderinde bir yol ayırımı ve mihenk tașı olmuștur. Ali Rıza Efendi`nin zamansız erken ȍlȕmȕnden sonra, Zȕbeyde Hanım ve Baba annesi askerlik taraftarı olmadıkları iҫin ilk okuldan sonra Mustafa Kemal`i Selanik Mȕlkiye rȕștyesine kayıt ettirmisler, fakat orada sarıklı bir hocadan yedigi agır bir dayaktan sonra okulu terk etmiș ve tamamen kendi girișimiyle gizlice askeri rȕștiye sınavlarına girerek, bir olupbitti ile, kendi yolunu belirlemiștir.
Mustafa Kemal`in ҫocukluk yıllarından bașlamak ȕzere ve genҫlik yıllarında, en belirgin ȍzelliklerinden birinin her yaptıgı iște kendine erișebilecegi en yȕksek seviyeleri daima bȕyȕk bir gȕven ve inanҫla hedefledigini gȍrȕyoruz, ve bu ȍzelligini cevresindekilerden gizlememiștir. Mizaҫ ayrılıklarından dolayı, Mustafa Kemal ile Harp okulu yıllarından beri akranı ve meslekdası olan Enver Pașa ile olan husumetleri iyi bilinir ve bu kitapda ayrıntıları ile anlatılmaktadır. Birinci Dȕnya harbi Ҫanakkale zaferleri sonrası, Mustafa Kemal`in yakınları o zamanın Harbiye Nazırı Enver`e artık Mustafa Kemal`e mirlivalık (tuǧgeneral) rȕtbesinin verilmesi gerektigini sȍyleyince, Enver Pașa`nın cevabi șȍyledir: “Mustafa Kemal’in mirlivalıga terfi iradesi cebimdedir. Ama siz onu bilmezsiniz. O hicbir șeyle memnun olmaz. General olur, korgenerallik ister. Korgeneral olur, orgenerallik ister. Orgeneral olur, mȕșirlik ister. Mȕșir yaparsınız bununla da yetinmez, padișahlık ister!” Mustafa Kemal’e Enver Pașa`nın bu sȍzlerini ilettikleri zaman cevabı șu olmustur: `Ben Enver`in bu kadar zeki ve ileri gȍrușlu oldugunu bilmezdim…”
Ҫanakkale zaferleri sonrası, 1916 da Mustafa Kemal dogu ve gȕney cephelerinde IV. Kolordu ve II. Ordu kumandanı olarak gȍrev yapmıș ve Muș ve Bitlis`i Ruslar`dan geri almıștır. Bu dȍnemde Albay Ismet Bey (Inȍnȕ) kurmay heyetinde bulunuyordu ve Mustafa Kemal ile yakin mȕnasebetleri ve arkadașlıkları o zaman bașlamıștır. Mustafa Kemal 1917`nin Sonbaharında Sina`ya yapılmak istenen bir sefer ile ilgili Alman kumanda heyetiyle bȕyȕk ҫelișkiye dȕșmȕș, ve Istanbul`dan destek gȍrmeyince kendini gȍrevinden affederek asi bir kumandan olarak Istanbul`a geri dȍnmȕștȕr. Sonra rahatsızlanmıș ve 1918 yazinda veliaht Vahdettin` e resmi bir ziyarette refakat ederek Almanya`ya gitmiștir. Ilginҫ ve az bilinen bir gerҫek șudur ki, Mustafa Kemal bȍbrek tedavisi icin Almanya`da kaldigi sȕrede Avrupa`yi kasıp kavuran ȍlȕmcȕl Ispanyol gribine (Spanish flu) yakalanmıș, fakat sans eseri kurtulmuștur.
Almanya dȍnȕsȕ, 1918 Sonbaharında Mustafa Kemal VII. Ordu ve Yıldırım Orduları Komutanı olarak gȕneydogu sınırında gȍrev almıș ve Osmanlı’nın bȕyȕk harpteki en son zaferini, Halep’in kuzeyinde Ingiliz ve Arapları yenerek ve ilerlemelerini durdurarak gene kendisi kazanmıștır (bu gȕnkȕ milli gȕney sınırlarımıza yakın). Mondros Mȕtrekesi (31 Ekim 1918) ile I. Dȕnya harbi sona erince, Osmanlı’nin savașa girmesinden sorumlu Ittahat ve Terrakki ȕҫlȕsȕ, Enver, Talat, ve Cemal, ȕlkeden kaҫmıș, ve Mustafa Kemal yeni kurulacak olan bir kabinede Harp Nazırı olabilmek umuduyla gȕney cephesinden Istanbul’a gelmiș, fakat yaptıgı girișimler bir sonuҫ vermemiștir. Yıl sonuna dogru harp galibi ȕlkeler Istanbul‘u ișgal edip Anadolu`nun paylașım planlarini yaparken, Mustafa Kemal bir arayıș iҫinde ҫok buhranlı gȕnler geҫirmis ve yakın silah arkadașlarıyla vatanı kurtarma yolları iҫin yogun temaslarda bulunmuș, ve sonunda ҫarenin Anadolu`ya geҫerek bir mȕcadele bașlatılması gerektiginde karara varmıștır. Ama bu nasıl olacaktır? Bunun cevabını arayıș iҫindeyken, 1919 bașlarında, Karadeniz’ de Pontuslu Rumlar ve Tȕrkler arasında ҫıkan bir kargașa nedeniyle ișgal devletleri Istanbul idaresine bir nota vererek durumun dȕzeltilmesini istemișler, ve hȕkȕmet Mustafa Kemal’i mȕfettiș olarak Samsun ȕzerinden Anadolu’ya gȍnderme karari almıștır.
Istanbul galip devletler tarafından ișgal edildikten sonra, Padișah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit hȕkȕmeti artık herșeyin bittigini ve Imparatorlugu kaybettiklerini anlamıșlar ve kaderlerine razı bir șekilde umutsuz bir bekleyiș iҫine girmișlerdir. Anadolu’ ya mȕfettiș olarak Mustafa Kemal’ i tayin ettiklerinde, aralarında bȕyȕk gȍrȕș ayrılıkları olmasına ragmen, Padișah’ da bir umut ıșıgının belirdigini ҫok șașirarak gȍrȕyoruz. Mustafa Kemal Samsun’ a hareketinden ȍnce Padișah’a veda iҫin gittiginde, Vahdettin elini bir tarih kitabının ȕstȕne basarak sȍyle konușmuștur: “Pașa pașa, șimdiye kadar devlete birҫok hizmetler ettin. Bunlarin hepsi artık bu kitaba girmiștir. Bunları unutma. Asıl șimdi yapacaǧın hizmet hepsinden mȕhim olabilir. Pașa! Devleti kurtarabilirsin…” Anlașılıyor ki Vahdettin iҫin iҫin Mustafa Kemal’ in Anadolu’da Osmanlı saltanatını kurtaracak birseyler yapmasını umudetmektedir. Diger bir șașırtıcı konușma ise, Damat Ferit’i ziyaret sonrasi Genel Kurmay bașkani Cevat Pașa ve Mustafa Kemal arasında geҫer: -“Bir șey mi yapacaksın Kemal?” -“Evet pașam, bir șey yapacagım…” -“Allah muvaffak etsin…” -“Mutlaka muvaffak olacagız!..”
Bence kitapda kusur denebilecek tek șey, dipnot olarak birҫok kaynak verilmiș fakat kaynaklar kitabın sonunda listelenmemiștir.
Şevket Süreyya Aydemir, saf bir tarih kitabını, en kallavi macera romanı kadar sürükleyici ve dramatik yazmayı başarmış. Hepimizin -umarım- üç aşağı beş yukarı nasıl gerçekleştiğini bildiğimiz bir hikayeyi, bu kitaptan okurken kendinizi hala bir sonraki adımı, hikayenin sonraki gelişimini merak ederken bulabiliyorsunuz. Şüphesiz ki bunda Mustafa Kemal Atatürk’ün hiç bir hikayesel taktik ve kaldıraç unsuru gerektirmeyen heyecanlı ve dramatik hayat hikayesinin de ciddi bir katkısı vardır. Fakat yine de bu hayat hikayesinin bir ters başarı seviyesinde sıkıcı anlatıldığı o kadar örneği hatırlayınca Şevket Süreyya Aydemir’in mükemmel bir iş çıkarttığı daha rahat anlaşılabiliyor. Bu kitaba dair yapabileceğim tek geliştirme önerisi ise Remzi Kitabevi’ne yönelik olup kitap kapağını daha modern ve hareketli bir tasarımla değiştirmesi kadar basit ve yalnızca pazarlamaya yönelik olmaktan öteye gidemez. Hoşumuza gitsin ya da gitmesin, kitap kapakları kitaplara yönelik ilk merakı yaratan unsurlardır. Bu, bu topraklarda yaşayan hepimizin hayatını son derece etkilemiş tarihi hikaye de biraz olsun pazarlama desteğini sonuna kadar hak ediyor diye düşünüyorum. Son olarak bulduğu her fırsatta bu kitabın okunmasını tavsiye eden ve benim de sayesinde Şevket Süreyya Aydemir’i ve Tek Adam’ı fark edip, öğrendiğim Emrah Safa Gürkan’a bir kere daha teşekkür ederim. Kitabın 2. ve 3. cildini bitirmeyi de sabırsızlıkla bekliyorum.
Bugünün adamı değil, hep yarının adamı olmuş M. Kemal'in 1881-1919 yılları arasındaki hikayesini yazar müthiş bir akıcılık ve roman tadında anlatmış. O dönemdeki kıtlıklar, savaşlar, hastalıklar, yenilgiler, ihanetler ve imkansızlıklara rağmen bağımsızlık ateşiyle ortaya çıkan bir adamın hikayesi.
"Fakat kader onun kendi kısmetini kendi tezgahında ve kendi istediği gibi dokudu"(s.24) "....Selanik, Doğu Yahudiliğinin de en önemli merkeziydi" (s.25)
"...Çerkez cariyeler elinde soysuzlaştırılmış çocuklarına ise, daha küçük yaşlarından başlayarak askeri rütbeler, nişanlar yağdırırlardı" (s.59)
"Mesele ölmekte değil: ölmeden idealimizi yaratmak, yapmak ve yerleştirmektir... ...Ölümü ve tehlikeyi göze almak, ama ölmeden muvaffak olmak, yaratmak, yapmak ve yerleştirmek"" (s.88-89)
"Komplekslerimiz bizim hem atımız hem dizginlerimizdir"
"Mustafa Kemal' gelince, daha idadi yaşlarında ve bilhasa Harbiye'den başlayarak, yaşayan, eğlenen, dünya zevklerine değer veren bir gençtir. İçen, eğlentilerden, içkili toplantılarından hoşlanan bir insandır. O hem çalışır, hem günlük hayatını yaşar. Bu içki ve eğlencelerinde kapalı, maskeli, sahtekar değildir. Mutaassıp hiç değildir. Onun ahlak telakkileri, içki, eğlencele ölçüleri, riya ve bağnazlığa, kapalı görünüşe dayanmaz. Maskeli bir hayatı yoktur. Bu içki ve eğlence bahislerinde bazı aşırılıklara da kayabilir" (s.106)
"İhtilal, asi bir evlat gibidir. O bizim eserimizdir ama, kendi emrimizde değildir. Kendi kanunlarına göre yürür ve bizi tökezletebilir. Hele ihtilalin ardından savaş ve yenilgi gelirse, bu yenilgi ihtilalinya sonu ya da soysuzlaşması olur"
"Ama şunu belirtmek lazımdır ki, Enver Paşa'nın bütün askeri siyasi hayatında, Türkiye'ye yapmış olduğu, tartışma götürmez en büyük hizmet, bu ordunun ıslahı ve gençleştirilmes, ordu da gerçek bir disiplinin yerleşmesi olsa gerek"(s.177)
" Tarih, belki de hiç kimsenin eseri değildir. O, kendi örgüsünü, kendi tezgahında, kendisi dokur. İnsanlar, devletler fikirler bu tezgahın örgüsünde, onun kanuniyetlerine göre işlenir dururlar"
"Savaş tanrısı gene nefirini öttürmüş, onun bayrağının altına çağırmıştır" (s.235)
"Hacı zannettiğimiz adamın, koltuğunun altından put çıkmıştı" (s.284)
"İnsan, kendini yapma kudretinin bir hammaddesidir."
"Büyük meseleler ve büyük felaketler karşısında gösterdiği reaksiyonlar, insanoğlunun hamurunun özel bir vasfıdır. Bu vasıf daha çok belli yaradılıştan gelir. Ama serüvenler, tecrübeler, ihtiraslar ve irade terbiyesi ile onu durmadan mayalayan, gene insanın kendisidir."
anlattığı dönem hakkında çokça şey yazılmış, herkesin bi nebze de olsa malumat sahibi olduğu bi dönem olduğu için tekrara düşmüş hissi yaratabiliyor. şevket süreyya, yapısı gereği taraf tutuyor bazı konularda. haklı ya da haksız. gazi ve enver arasındaki çekişmeler, işgal istanbulu üzerine yazdıkları çokça ayrıntılı.
Mustafa Kemal Atatürk'ün doğumundan 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkmasına kadar geçen sürede yaşadıklarını anlatan bir biyografik eser. Yapıt sadece Mustafa Kemal etrafında şekillenmemekte, yaşadığı zaman dilimindeki şartlar ve bu şartları oluşturan tarihi arka planlar üzerinde de durulmakta. Olayların akışına Mustafa Kemal'in iç dünyasına dair analizleri de dahil eden eser, yer yer roman okuduğunuz hissine kapılmanıza neden oluyor. Ancak, şunu belirtmek gerekir ki kitabın bazı yerlerinde yazar, bazı kişiler ile olayları kendi bakış açısıyla değerlendirmekte ve bunlara dair kişisel yorumlar yapmakta. Bu durum, nesnel bakışa zarar verse de eser genel anlamda önemli Mustafa Kemal biyografileri arasında yerini almaktadır.
Gözünüzü kırpmadan bir film izler gibi okudum bazı sayfalarını. 2.cilde geçene kadar bu kitabı biraz sindirmem gerekecek.
1.dünya savaşından bitik bir şekilde çıkıp elde avuçta ne bir ordu ne bir devlet ne bir halk kalmışken bir de kurtuluş savaşını verip 0’dan bir ülke kurmak. Bir milleti karanlıktan çekip almak, tüm bunlar nasıl mümkün oldu? Nasıl bir inanç, bağlılık, kararlılık ve ne müthiş bir zeka? İşte serinin ilk kitabını tüm bunları düşünerek ve O’na tekrar tekrar hayran kalarak bitiriyorum.
Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben Ata’mdan böyle öğrendim. 🤍
Kitabı büyük bir heyecanla okudum. Atatürk'ün hayatıyla ilgili bilmediğim birçok ayrıntıyı öğrenmiş oldum. Çok büyük bir karakter. Yaptıklarını düşündükçe hala şaşırıyorum, hatta imkansızmış gibi gelmesinden dolayı dehşete düşüyorum. Ne desem ne yazsam az kalır.
Ayrıca kitabın dönemine bu kadar ışık tutmasını ve ayrıntılara girmesini de beklemiyordum. Detaylara boğmadan arka planı çok güzel aktarıyor Şevket Süreyya. Arka planda anlatılan karakterlerden biri de Enver Paşa. Hakkında birkaç kelam etmeden geçemeyeceğim. Enver Paşa'nın Anıları'nı okuduktan sonra (ki o kitapta 1908'e kadar olan dönemi aktarıyor) "vatanına olan sevgisini her satırda hissettiren, düşmanla dağlarda göğüs göğüse çarpışmış, hakkında ne düşünmem gerektiğini tam olarak bilemediğim bir insan Enver Paşa. Hiç kuşkusuz ülkesi için arzuları ve hayalleri vardı ama olmadı ve felaketle sonuçlandı." diye bir yorum yapmıştım. Bu kitabı okuyana kadar da öyle düşünüyordum. Ancak 1908 ihtilali öncesi ve sonrası olarak iki Enver Bey(Paşa) karşımıza çıkıyor ki 1908 öncesi ne kadar vatan sevgisiyle yanıp tutuşuyorsa 1908 sonrası da o kadar gücün şehvetine boğulmuş, despot ve kendini kaybetmiş bir insana dönüşüyor. Anlatılanların tarafsızlığı tartışılabilir ancak yine de Enver Paşa'nın hikayesi ülkesinden kaçarak bitmemeliydi kanımca. Üzücü ama gerçek.
Kitapla ilgili tek canımı sıkan nokta Atatürk'ün günlük hayatının anlatıldığı kısımların romanlaştırılarak anlatılması oldu. Bir biyografi kitabında daha objektif bir dil kullanılmasını arzu ederdim.
Kitapta en çok içimi acıtan, okurken tüylerimi diken diken eden bölümden alıntı yaparak noktalamak istiyorum yazımı. Allah bütün şehitlerimize gani gani rahmet eylesin.
" İki taraf da kritik dakikalar geçirir. İngilizler, belki yorgunluktan, belki de ayak bastıkları toprağı ve bu toprağın sakladığı sırları bilememekten yürüyüşlerine devam etmezler. Arkadan 57. alay yetişir. Karaya çıkan düşman 8 taburdan fazladır. Mustafa Kemal'in elinde bu kadar kuvvet yoktur. Fakat derhal süngü taktırır. Bir dakika sonra da taarruz emrini vermiş ve taarruz başlamıştır(sabah saat 10). Kendisi Conkbayırı'ndan harekatı idare eder. Sağ sol birliklerle irtibatlar kurmaya çalışır. Taarruz ilerlemektedir. Bu harekatı anlatırken onun sözleri şunlardır;
''Herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştı.''
Ya öldürmek ya ölmek! Zaten bu verilmiş bir emirdir. Yerine getirilen bir emirdir. çünkü askerini bu taarruza kaldırırken etrafına topladığı alay subaylarına verdiği emirler şudur;
''Size ben taarruz emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum... Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimizi başka kuvvetler ve başka kumandanlar alabilir...''
Evet, içinde bulundukları an, kritik bir andı. öldürmek ve ölmek lazımdı. Kumanda yerindeydi. Kumandan, işte böyle bir anda bu emri verebilen insandır. Bu emri alanlar, öldürmeyi ve ölmeyi bilen insanlardı. Netice şu oldu. düşmana saldırıldı. Boğuşuldu. düşman dayanamadı. Geri çekildi. sahile kadar gerileyerek oralarda tutunabildi. Arıburnu cephesi işte böyle açıldı. Ya 57. alay? 57. alay bir başka türlü alaydı. 57. alaydan bu gök kubbede baki kalan bir hoş sadadır. Çünkü Çanakkale Harbi'nde 57. alay tamamen şehit oldu. "
Bu kitabı bulup başlamam aslında Atatürk hakkında hiç geniş çaplı bir şey okumadığımı fark etmemle oldu. Biraz araştırdığımda kaynaklarının sağlamlığı ve akıcı dili sebebiyle Tek Adam serisine başlamış ve ilk cildi bitirmiş bulundum.
Öncelikle kitap düz bir tarih kitabı sıkıcılığında değil, zaten yazarın amacı da Atatürkün hayatını bir bütün olarak ele alıp aslında bir mit kahramanı gibi yaşadıklarını okuyucuya vermek. Tabi bu noktada elde net kanıt bulunmayan bazı alanlarda (Atatürkün bazı iç düşünceleri, gizli diyalogları, çocukluğu ile ilgili birtakım olaylar) yazar, bütünlüğü korumak amacıyla kendi hayal gücünü de katarak bazı diyaloglar eklemiş. O yüzden kitaptaki özellikle referanssız diyalogları okurken gerçekten bu şekliyle yaşanmamış olabileceğini göz önünde bulundurmak lazım.
Dediğim gibi ben Atatürk'ün hayatını tanımak için başladım kitaba, ama aynı zamanda dönemin önemli olaylarını ve bu olayların yaşandığı atmosferi anlatmak konusunda kitap çok başarılı. Selanik'in düşüşü, Balkan savaşları, Özgürlük Ordusu, 1908 ihtilali, Mustafa Kemal Enver çekişmesi, Havran yağması, Trablusgarp direnişi, 1. Dünya savaşına katıldığımızdaki ordunun ve devletin perişanlığı ve baştakilerin bu durumdan bihaber verdiği kararlar, Sarıkamış faciası ve Çanakkale destanı, Suriye Filistin cepheleri ve en sonunda işgal altındaki İstanbul. Tüm bunlar hakkında doyurucu bir tablo çiziyor yazar.
"Bir millet esirliğe düşünce, o miletten olan herkes nasıl hiç olur. Ben bu yabancının evinden çıkarken bütün uşakların arkamdan güldüklerini duyar gibi oluyorum."
Şu an içinde yaşadığımız şartlar karşısında güç bulmak ve nice imkansızlıklara rağmen çok daha kötü günleri arkamızda bırakmış olduğumuzu bilmek insana direnme gücü ve gelecek için ümit veriyor. "Kendi hammaddesini kendi ihtiraslarına göre yoğurup emellerine ulaşabilen kişiye" Tek Adam diyor yazar. Bu noktada kendi yakın tarihimizden rol model alabileceğimiz bir Tek Adam'ımız olduğundan Türk milleti olarak çok şanslıyız.
Anafartalar muharebelerinde olağanüstü başarı sağlayınca etrafındakiler onun paşalığı haberini bekledi. (...) Halbuki günler, haftalar, aylar geçti. Bir haber çıkmadı. Etrafta çeşitli söylentiler oldu. Zaten onun Enver Paşa tarafından sevilmediğini, onu Enver Paşa'nın istemeyerek vazifelendirdiğini söylüyorlardı. (...) Talat Paşa ve Dr. Nazım, İttihat ve Terakki genel merkezinde bir gün tam bu işi konuşurlarken Enver Paşa içeri girer. Talat sözünü esirgemez. Neyi konuştuklarını ve bu işin artık yapılmasını Enver Paşaya bir daha hatırlatır. Enver Paşanın cevabı şudur: — Mustafa Kemal'in mirlivalığa (tuğgeneral) terfi iradesi cebimdedir. Ama siz onu bilmezsiniz. O hiçbir şeyle memnun olmaz. General olur, korgenerallik ister. Korgeneral olur, orgenerallik ister. Orgeneral olur, müşirlik ister. Müşir yaparsınız, bununla da yetinmez, padişahlık ister! Mustafa Kemal'e Enver Paşanın bu sözlerini naklettikleri zaman cevabı şu olmuştur: — Ben Enver'in bu kadar zeki ve ileri görüşlü olduğunu bilmezdim...
Atatürk'e dair daha önce de birçok biyografi okumuştum. Şevket Süreyya ile ise ilk olarak İkinci Adam serisiyle tanışmış, daha sonra Suyu Arayan Adam'ı okumuştum. Bu seriye biraz ilham ve cesaret almak niyetiyle başlamıştım. Kitapta anlatılan bazı detayları bilsem de, bazılarını gerçekten bilmiyordum. Kitap benim için en temelde Atatürk'ün hepimiz gibi bir insan olduğunu aktarabilmesiyle çok çarpıcıydı. Onun başına gelen sayısız badire karşısındaki ısrarı, dirayeti, kalkıp tekrar mücadeleye konulması, bir ömür boyunca hatırlamak ve hayatta bir rehber olarak almak gereken ilkeleri oluşturuyor. Bir fani insanoğlu, milyonların hayatını değiştirebiliyor. İşler çok aleyhe de gelişse, çaba ve mücadele başarının yolunu açabiliyor.
Kitapta özellikle 1908 devriminde Atatürk'ün akranı ve bir rekabet içinde bulunduğu Enver'in yükselişi ve bunun Atatürk üzerinde bırakmış olabileceği duygu ve hislerin aktarılışı beni çok etkiledi. Kim bilir neler hissetmiş, neler düşünmüştür diye tekrar tekrar düşündüm. Teşekkürler Şevket Süreyya. Daha erken okumuş olmayı dilerdim.
"Hakîr olduysa millet şânına noksan gelir sanma, Yere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr-ü kıymetten..."
"Türkiye için "Hasta Adam" sözü artık yerleşmişti. Bu söz Rus Çarı I. Nikola'nındır (saltanatı 1825-1855)."
"- Mustafa Kemal'in mirlivalığa (tuğgeneral) terfi iradesi cebimdedir. Ama siz onu bilmezsiniz. O hiçbir şeyle memnun olmaz. General olur, korgenerallik ister. Korgeneral olur, orgenerallik ister. Orgeneral olur, müşirlik ister. Müşir yaparsınız bununla da yetinmez, padişahlık ister!
Mustafa Kemal'e Enver Paşa'nın bu sözlerini naklettikleri zaman cevabı şu olmuştur:
-Ben Enver'in bu kadar zeki ve ileri görüşlü olduğunu bilmezdim..."
"Bir millet esirliğe düşünce, o milletten olan herkes nasıl hiç olur. Ben bu yabancının evinden çıkarken, bütün uşaklarının, arkamdan güldüklerini duyar gibi oluyordum."
Serinin ilk kitabı. Diğer benzer konulu kitaplara göre akıcı ve İttihat ve Terakki önderlerinin çok gömüldüğü bir kitap. Özellikle Enver Paşa'nın.
Şevket Süreyya’nın biyografi kaleme alış tarzı Türkiye’nin en iyisi. Lakin Enver Paşa ile kıyasladığımızda Atatürk hakkında verilen bilgiler birinci cilt için tatmin edici değildi. Bir sayfa Atatürk hakkında bilgi, yirmi sayfa dönem hakkında malumat... Rahip Frau gibi bazı meselelerin sadece adı söyleniyor, teferruata hiçbir şekilde girilmiyor.
Saray’a damat olma hususu açıkça taraflı bir şekilde yanlış anlatılmış. Saray M. Kemal’i damat olarak istemiş ancak Atatürk kibar bir şekilde reddetmiş şeklinde. Yazar neden böyle bir kanala girmiş anlamadım. Üstelik Atatürk’ün İstanbul’daki mütareke döneminde beyhude çabalarını, meclisteki başarısız teşebbüsünü, Harbiye nazırlığı meselesini derinlemesine irdelemesine rağmen.
Mustafa Kemal, karargahı arayıp Anafartalar cephe grubu kumandanı olmayı talep ettiği gün yalnızca 34 yaşında bir yarbaydır. Deha ve delilik arasındaki ince çizgide o gün, bana göre, delilik tarafına daha çok kaymıştır. Çünkü karşısında her bakımdan üstün düşman kuvvetleri ve laftan anlamayan bir Osmanlı Harb Bakanlığı varken böylesine bir karar almak akıllı işi değildir. Anafartalar başarısından sonra anılarını anlatırken o günkü kararını "sorumluluk ölümden ağırdır" diyerek tasvir etmiştir. Tek Adam'ın bu ilk cildinde Mustafa Kemal'in buhranlarına, özündeki cevheri nasıl ortaya çıkarttığına ve 1919 sonrası onu Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk yapan olaylara tanık olacaksınız.
Biz okullarda öğrenirken Atatürk'ün savaş öncesi hayatında ne kadar çok zorluk çektiğini bu seviyede öğrenmiyoruz. O kadar zorluğa rağmen daha 'Atatürk' olmadan önce bile son derece azimli olmasını, kimse onu desteklemiyorken doğru bildiğini söylemeye devam etmesini ve sorumluluk almaktan hiçbir zaman çekinmemesini gözlemlemek bende tarifi zor duygular uyandırdı. Bazı noktalarda kendisine yapılan ahlaksız denilebilecek haksızlıklar karşısında, hiçbir olumsuzluğa boyun eğmeden kendini savunmasını, her kötü durumdan tırnaklarıyla kazıyarak çıkabilmesini hayretle ve hayranlıkla okudum. Atatürk'ü daha iyi anlamak isteyen herkesin okuması gerektiğini düşünüyorum.