Dansa Davet, 1518 yılında görülen, dünyanın en ilginç toplumsal histeri vakalarından birinin hikâyesini anlatıyor. Strasbourg'da açlık ve sefaletin, insanları cinayete sürükleyen bir yokluğun hüküm sürdüğü zamanlarda, ıstırabından aklını yitiren bir kadın, aniden sokaklarda dans etmeye başlar. Kısa bir süre içinde ona katılanların sayısı gitgide artar ve "Dans Vebası" tüm şehri esir alır. Binlerce insan yaşadıkları ağır travmalar sonucunda bilincini yitirip ölene dek dans eder durur.
İntihar Dükkânı'nın yazarından, "kurgu hikâyelerde n çok daha delice bir gerçekliği anlatan" masalsı bir roman...
Jean Teulé est un romancier français, qui a également pratiqué la bande dessinée, le cinéma et la télévision.
Auteur de bande dessinée dans un premier temps, il a débuté à la télévision dans L'assiette anglaise de Bernard Rapp ou Nulle part ailleurs sur Canal+.
Homme de télévision, scénariste, comédien, cinéaste, il est avant tout écrivain. Ayant abandonné toute autre activité, il se consacre désormais à l’écriture. Il a publié, aux Éditions Julliard, Rainbow pour Rimbaud (1991), L'Œil de Pâques (1992), Ballade pour un père oublié (1995), Darling (1998) et Bord cadre (1999), Longues Peines, Les Lois de la gravité, Ô Verlaine ! (2004), Je, François Villon (2006), Le Magasin des suicides (2007). Finalement, en 2008 "Le Montespan". Tous ses livres sont publiés en poche aux éditions Pocket.
Il a également publié plusieurs bandes dessinées, basées essentiellement sur des photos retouchées.
À la ville, Jean Teulé est le compagnon de l'actrice Miou-Miou.
Fransız yazar Jean Teulé'den okuduğum ilk kitap oldu Dansa Davet. Kendisinin İntihar Dükkanı kitabı pek övülüyor ama konusu itibariyle bunu merak ettiğim için buradan başladım.
Kitap gerçek bir olayı anlatıyor; 1518 yılında Strasbourg'da yaşanan bir toplumsal histeri vakası bu. Sefalet ve açlıktan ölmüş çocuklarını yemek zorunda kalan insanların kapıldığı, ıstıraptan aklını yitiren bir kadının aniden sokaklarda dans etmeye koyulmasıyla başlayan dans salgını mevzuu. Kısa bir süre içinde pek çok kişinin katılmasıyla bu "dans vebası" tüm şehri ele geçiriyor ve pek çok insanın dans ederken kendinden geçip ölmesiyle sonuçlanıyor.
Konu çok ilginç, hatta biraz Saramagovari bence, yazar da birtakım karakterler icat edip onların öykülerini ana konuya katarak romanlaştırmış bu meseleyi ama yani, elindeki malzemeyi iyi kullanamamış sanki. Bir yandan konuyu çerçevelediği yeri ve Lutherciliği, kilisenin yozlaşmışlığını, sosyal adaletsizliği, çürümüş siyasetin etkisizliğini resme sokma biçimini beğensem de, biraz fazla sündürmüş hikayeyi gibi hissettim, elindeki malzemeyi yeterince iyi kullanamamış bence. Hafif destansı bir tonda yazmaya çalışıyor Teule ama kullandığı süslü dil beni zorladı ki malumunuz normalde severim bu tür anlatıları. Sık sık "ah şu konuyu Saramago yazsa ne güzel yazardı" diye düşündüm okurken.
Yarattığı karakterleri yeterince zenginleştirememiş yazar, dolayısıyla bunlar hikayeye katkı sunmak yerine yavanlaştırmış gibi hissettim, bir de çokça tekrara düşüyor maalesef. Evet konu biraz kısıtlı ama bu meseleden pekala çok daha lezzetli bir roman çıkarılabilirdi bence.
Okunması şart değil zannımca ama konuyu merak edenler buyursunlar. Böyle.
Gereğinden fazla edebiyat ile yorucu hale getirilmiş, ilgi çekici bir hikaye... Ama insan buna benzer hikayeleri takip ederken biraz duruluğa da ihtiyaç duyuyor. Bu kitap bunu tamamen esirgemiş...
Jeu-des-enfants sokağında bir kadın, kucağında bebeğiyle bir evden çıkıyor. (...) dosdoğru ilerliyor, surların gölgesinde, çatılı bir köprüye varıyor. Bu köprünün ortasında durup çocuğunu ırmağa atıyor. Bebek, sönmüş kireç yüklü, içilemeyecek cinsten bir suyun içinde sallanıyor. Küçük uzuvları sanki dans ediyormuş gibi dalgalanıyor.
Kadın (...) Jeu-des-enfants sokağına geri dönüyor. Kocası soruyor: "Hallettin mi?" "Evet."
Adam, oturan solgun yüzlü karısının karşısında olup biteni aklamaya çalışıyor. "Çayır çimenden ziyade felaket ve kıl tüy bitiyor bu zamanda. Sütün kalmamıştı. Hem, başkalarının yaptığı gibi onu yemekten iyidir böylesi."
Pıtpıtpıtpıt...
Çaresiz bir halk sokaklara dökülüp dans etmeye başlıyor. Soylular ve din adamları bu danstan rahatsız oluyor...
Gerçek ve kurgunun girift ilişkisinden doğan bu hikaye, bize Aziz Bartolomeus Yortusu Kıyımı'ndan 54 yıl öncesini anlatıyor.
3,5/5 Okumak için yanlış zamanı mı seçtim yoksa kafam dinginken okusaydım da böyle yorulur muydum bilmiyorum ama yoruldum arkadaşlar. Kitap beni cidden yordu. Hem konusu hem de dili bakımından okuması cidden zor bir kitaptı. Hatta ve hatta konusunun gerçek olaya dayandığını öğrendiğimde okuduklarımın gerçekliği beni cidden bunalıma soktu soktu çıkardı. Psikolojik olarak ağır bir kitap olduğu zaten belliyken bir de süslü ve yoğun bir dil kullanmak kitabı iyice zor hale getirmiş. Eğer yazar olağanca sadeliği ile bu çarpıcı hikayeyi bize aktarabilseydi başucu kitabı olacak nitelikte bir kitap olduğunu vurgulamak isterim fakat şu durumda bunu söylemem pek mümkün değil bence. Bu söylediklerimden kitabı önermediğim zannedilmesin lütfen. Aksine mutlaka okuyun ama dilinin böyle olduğunu bilerek, hazırlıklı ve dingin bir kafa ile okuyun. Kitaba başlarkenki beklentiniz bu yönde olursa seveceğinizi düşünüyorum ve keşke ben de bu durumu en başından bilseydim diyorum. 🥺 Şimdiden keyifli okumalar.
1/5 Mis à part le côté fait-divers historique, je n'ai pas reconnu la patte de Jean Teulé et l'ai trouvé vraiment mal écrit. Certaines phrases étaient plus que bancales et demandaient de les relire plusieurs fois pour comprendre ! Ce fait-divers est intriguant mais je suis déçue de ne pas en avoir appris plus. Au final, lisez l'article Wikipédia, vous en saurez autant (voire plus) qu'avec cette lecture.
Pssst, en revanche, lisez Jean Teulé, ce n'est pas un mauvais auteur mais préférez un autre roman pour commencer !
Strazburg 1518 yazınca, iki ay boyunca kesintisiz geceli gündüzlü dans eden binlerce insanın tarih yazdığını söyler, her bir şeyi bilebilen gugıl. O döneme ait yazılı kayıtlardan anlaşılan dansın sebepleri varsayım seviyesinde kalmış. Jean Teule, sebep olarak anlatısına açlık ve yoksulluğu seçmiş. Karnı her daim tok kiliseyi, açlık değil açlarla ne yapacağını bilemeyen belediye başkanıyla birlikte anlatmış. Varsayımların tarihsel spekülasyonuyla didişmeyi hiç canım çekmediği için ben dansın iktidarı temsil edenleri dumur eden kıvraklığını izlemek istedim. Böyle okudum. Çünkü dünya hâlâ ve hâlâ aynı büyük dertlerle muzdarip. …. “…. felaketlerin tanrısal ikramın meyveleri…” olduğunu söyleyen birilerinin de sesi taaaa bugünlerimizde.
2,5/5 Aslinda konu cok iyi. Yoksul, umutsuz, caresiz halka karsin etkisiz kalan din ve siyasetin yozlasmisligini ve kokusmuslugunu net bir sekilde aktarmis hatta muhtemel yakin gelecegimizin acik bir tablosunu cizmis ancak anlatimda bir iticilik var ve fazla uzatilmis. 20 sayfalik oyku olabilirmis. Bir de 1518'de gecen bir hikaye olmasina ragmen oldukca fazla modern terim (flash mob, techno parade gibi) kullanilmasi beni rahatsiz etti cunku kitabin genel atmosferine uymuyor. Bunlara ek olarak; Lutherci reforma deginmesi cok yerindeydi. Yazarin Intihar Dukkani kitabini da okumustum o zaman dusundugum seyi simdi de dusunuyorum: Aslinda yazar gelecek vaadediyor ama daha epey yolu var.
Page 80 sur 158, j'abandonne. Je ne peux donc donner aucune étoile à ce livre. L'histoire aurait ou être intéressante mais quelle corvée à lire. Nous sommes au XVIeme siècle et ce mélange de langue soutenue et d'argot d'aujourd'hui est juste... Infernale. Le style est catastrophique. C'est mon premier Jean Teulé et ca ne me donne pas envie d'en lire d'autre. Passez votre chemin lecteur, cet ouvrage est une plaie pour l'esprit et une perte de temps vertigineuse...
1953 doğumlu Fransız karikatürist, senarist ve yazar Jean Teulé’in Sel Yayıncılık tarafından basılmış ve Elif Gökteke tarafından çevrilmiş olan “Dansa Davet” adlı eseri aslında gerçek bir olaydan esinlenilerek yazılmış: Dans Vebası. Dans Vebası, 1518 yılında Strasburg’da başlayan ve birkaç ay boyunca süren tuhaf bir salgın olayını ele alır. Bu olayda, bir kadının başladığı dans etme isteği kısa süre içinde yüzlerce kişiye bulaşır ve bu kişiler kendilerini kontrol edemez bir şekilde sürekli dans etmeye başlarlar. Dansçılar tükenmişlik, yorgunluk ve sonunda ölümle sonuçlanan bir dans deliliği yaşamış ve tıp uzmanları o dönemde bu olayı tıbbi olarak açıklayamamışlar. Teulé, bu tarihi olayı kara mizah ve hiciv dolu bir dille anlatır. Kitap, insanların toplu halde deliliğe sürüklenmesini ve bu olayın ardındaki psikolojik, toplumsal ve tıbbi etkenleri incelerken aynı zamanda birçok karakterin hikayesini aktarır. Özellikle de din adamlarını ve kilise otoritesini eleştirir, klasik Orta Çağ anlayışları ve fikirleri gösterilir, hastalıktan Osmanlı’dan ve Türklerin kapıya dayanmasından korktukları kadar korkarlar.
Bölümüm olan İngiliz Dili ve Edebiyatı ile bağlantısını kurduğum bir nokta oldu, bunu bölümüme bağlıyorum zira birazdan bahsedeceklerimin hepsini bölüm derslerimden öğrendim.
Kitabın ortalarına yakın bir yerde şöyle bir pasaj var:
-”Söylenene bakılırsa bunların hastalığı (Dans Vebası) kanın çok ısınmasından, vücut içindeki sıvıların düzensizliğinden meydana geliyormuş: Balgamın, sarı ve kara safranın fazla ya da bozulmuş olmasından. Safralar kanın içinde ayrışıp onu ısıtarak bu tuhaf davranışa (hastalık için dans etmek) yol açıyormuş.”
-”Öyleyse hekimler bunları tedavi etmek için daha mı çok farandol* tavsiye etti?”
*farandol: Farandole (fr.) Farandol, eski bir Fransız halk dansı.
-”Evet, çünkü daha fazla dans etmek terle birlikte vücuttaki sıvıların dışarı atılmasını sağlayacak. Sadece adamakıllı terlemek vücutta pıhtılaşan safraları dışarı çıkaracak.”
Şimdi, burada dikkatinizi çekmek istediğim noktalar yukarda kalın bir şekilde yazdıklarım. Öncelikle bunları açıklamama izin verin. Burada bahsedilen “balgam, sarı ve kara safra” çok eskiye dayanan bir tıp teorisi olan Humoral Pataloji Teorisi’dir. Bu teori, Antik Yunan dönemine dayanan ve Orta Çağ boyunca Avrupa tıbbının temelini oluşturan bir tıbbi teori veya yaklaşımdır. Bu teori, vücudun sağlığını ve hastalıklarını dört temel vücut sıvısı üzerinden açıklar. Bu dört vücut sıvısı şunlardır:
Kan (Blood): Kan, vücudun en önemli sıvısı olarak kabul edilir. Humoral teoriye göre, kanın fazla veya az olması vücut sağlığını etkileyebilir. Kanın fazla olduğu durumda kişi sıcak kanlı olur ve ateşli hastalıklara yatkın hale gelir. Kanın eksikliği ise kişiyi soğuk kanlı yapar ve zayıf bir sağlığa yol açabilir. Balgam (Phlegm): Balgam, vücudu soğuk ve nemli bir şekilde etkileyen bir vücut sıvısıdır. Balgamın fazla olması durumunda kişi soğuk algınlığı, öksürük ve solunum sorunlarına yatkın hale gelir. Sarı Safra (Yellow Bile): Sarı safra, vücudu sıcak ve kuru bir şekilde etkileyen bir sıvıdır. Bu sıvının fazla olması durumunda kişi hırçın, öfkeli ve ateşli olabilir. Kara Safra (Black Bile): Kara safra, vücudu soğuk ve kuru bir şekilde etkileyen bir sıvıdır. Bu sıvının fazla olması durumunda kişi melankolik, depresif ve hüzünlü olabilir. Humoral patoloji teorisi, vücuttaki bu dört vücut sıvısının dengesinin sağlığı koruduğunu savunur. Sağlık, bu sıvıların dengeli bir şekilde bulunmasına bağlıdır. Ancak bu dengenin bozulması durumunda hastalıklar ortaya çıkar. Bu nedenle, humoral teoriye göre hastalıkların tedavisi, vücut sıvılarının dengesini yeniden sağlama amacını taşır. Hatta, İslam tıbbı da bu teori üzerinde gelişmiş, bu hastalıklara kişilik özelliklerine göre aşağıdaki tablodaki gibi musiki makamı sunar ve ruhunu iyileştirmeyi vaat eder.Bu sayede kitaptaki alıntıdan da anlıyoruz ki yazar burada halkın topluca dans edip bu safralardan kurtulmasını ve böylece uyumsuzluğun ortadan kalkabileceğini yazmış. Belki de konunun eski zamanlarda geçmesi, yazarın bu tıbbi teoriyi bir araç olarak kullanmasını etkilemiştir. Bilemeyiz tabii fakat bunu bilen birisi olarak okuduğumda taşlar yerine oturmuş gibi hissetmiştim. Eğer bilmeden okusaydım muhtemelen alakasını çözemezdim, hatta belki de “çevirmen mi uydurdu acaba?” diye de düşünebilirdim. Kitap analizini yapan edebiyat öğrencisi kimseyi göremeyince de, bu konu için özellikle bir yazı yazmak istedim. Okumak isteyenler için bir ışık olması dileğiyle..
Bizler de dans etsek toplumun birkaç vebasından kurtulur muyuz dersiniz?
“Cehennem burada. Öbür taraftaki beni o kadar korkutmuyor.”
Gerçek olaylar üzerine yazılan kurmacaları başka seviyorum. Fakat bu tek başına yeterli olmuyor elbette.
Dansa Davet, 16. yüzyılda Strasbourg’da gerçekten yaşanmış çok ilginç bir salgını, dans vebasını anlatıyor. Salgının nasıl başladığı, yayıldığı ve neden olduğu bilinmiyor. Sadece kendini tamamen kaybetmiş, vücuduna-aklına söz geçiremeyip dansa benzer hareketler yapan ve nihayet dans etmekten perişan olup tükenen insanların hikayesini okuyoruz. Açlık, sefillik, kokuşmuşluk da cabası. Üstelik hem mecaz hem gerçek anlamıyla.
Acayip çarpıcı bir sahneyle, iyi de bir üslupla açılıyor kitap. Sarışın kadın. Kucağındaki bebeği. Pabuçların düzenli takırtıları. Irmağın üzerindeki köprü. Okuyanlar bu açılış sahnesini çok net bir biçimde hatırlayacaktır. Fakat işte bu kadar. Devamında bu çarpıcı başlangıcın altında kalıyor sanki kitap. Ne arka kapağındaki ne ilk satırlarındaki vaadi devam ettirebiliyor. Yapay ve tutarsız diyaloglar, karton karakterler, amaca hizmet etmeyen anlamsız veriler ve asıl olması gereken fakat ciddi biçimde eksikliği hissedilen detaylar.
Çok acayip bir kitap olabilecekken komik, yetersiz ve beklentimin altında kaldı maalesef. Elbette minicik bir kitap olduğu için belli bir kurgu sığdırabilirdi yazar ama derdim kitabın ince olması, olayların az anlatılması değil üslup, kurgu, karakterler ve diyaloglar yönünden kitabın oldukça zayıf kalması. Akla ister istemez bir başka çılgın salgın (kurmaca elbette) Körlük geliyor örneğin. Yani Saramago yazsa bunu tozunu attırırdı herhalde. Ya da büyülü gerçeklik detayları olsaydı örneğin tadından yenmezdi.
Madem yalnızca tarihi detaylar olacaktı o zaman hiç kurgu olmasaydı örneğin yazın Vuillard’ın Yoksulların Savaşı’nı okumuştum dümdüz tarihi hikaye ediyordu yine minicik ama iddiasının altında kalmayan bir kitaptı. Dansa Davet hevesimi kursağımda bırakan kitaplardan oldu. Fakat daha iyisi yazılıncaya kadar bu ilginç olayı yalnızca Jean Teule’den okuyabileceğiz gibi gözüküyor. İlginizi çekerse zaman ayırabilirseniz zaten minicik bir kitap diyorum. Böyle.
“Papazlar şeytandan söz etmese nasıl geçinirlerdi acaba?”
Inspiré d'une véritable épidémie de danse qui frappa Strasbourg il y a quelques siècles, le court roman de Jean Teulé propose une plongée dans la folie pour tenter d'en comprendre les origines. Le style du roman, parfois assez déconcertant, permet aussi de ramener cette histoire dans un contexte populaire et étrangement contemporain, alors que son histoire n'a jamais autant résonné qu'aujourd'hui. Politique, clergé, société et son hypocrisie... personne n'est épargné, ni par la danse, ni par la critique.
Istıraba gömülmüş bir şehrin dayanılmaz gerçekliğinden kaçmanın, hele de yoksul düşmüş halk için, tek yolu dans.
Dansa Davet kitabı, Strazburg'un geçmiş dönemdeki toplumsal yapısını gözler önüne seriyor. Kilisenin baskısı, yoksulluk, halkın din adamları tarafından hor görülmesi ve korku ile yönetilmesi gibi unsurlar, sosyolojik açıdan işlenmiş. Özellikle bu korku unsurunun Türkler üzerinden şekillendirilmesi, dönemin zihniyetini anlamak açısından dikkat çekici bir nokta. Hem tarihî arka planı hem de eleştirel yaklaşımıyla düşündürücü bir eser." Ancak yazarın anlatımı bana çok durağan, yer yer sıkıcı geldi.
Lecture décevante pour moi. L'auteur n'a pas assez travaillé la psychologie des personnages. Je n'ai pas apprécié l'utilisation de la langue actuelle dans une histoire qui se passe au 16ème siècle, et encore moins la vulgarité qui saupoudre le texte par ci par là. On trouve aussi des redondances qui m'ont ennuyée, et même les tentatives d'humour de l'auteur tombaient à plat et étaient plutôt malvenues vu le contexte.
Kitap hızlıca okunuyor ama kurgusu iyi işlenememiş. Herkese bir atıfta bulunmuş, sataşmış etmiş ama sonunu da bağlayamamiş. 1518lerde Turklerden korkan bir Fransız hikayesi var mı diye soran olursa bu kitap derim😁😁😁 Dans Vebası gibi bir olayı bu kadar kötü bir kurguya harcadığın için seni esefle kınıyorum Teulé!
İntihar Dükkanı'nı mutlaka okuyun dendiği için ona da bir şans verip bu defteri dürüp katlayıp rafa kaldıracağım😃😃😃
Açlığın, sefaletin, hüznün ve pişmanlığın dansla vücut bulması... Olayın gerçek olması ve okudukça sizi daha çok sarsan anlatımıyla muazzam bir kitaptı. Ruhban sınıfının suistimal ettiği haklardan dolayı sefalet içinde yaşamak zorunda kalan insanların dansla ettikleri feryadı duymanızı ve o zaman hissedilen korku ve dansla gelen deliliği okumanızı tavsiye ederim.
Konu seçimi bana biraz Saramago’yu anımsattı. Dans vebası olsa nasıl olurdu? Yazarın bir amacı var birşeyler söylemek istiyor ve bunu kurmaca bir hikayeye gömüyor. İnsanlar aç, açlıktan çocuklarını yerken/öldürürken, kurumların elindeki olanaklar ve din altında yapılanlar güzel anlatılmıştı, farklı bir kitap ama güzel ve kısa. Okunur 👌🏻
🇹🇷1518'de Fransa'daki bir dans vebasını konu alıyor Dansa Davet. Önce duyduğuma inanamadım ancak biraz araştırinca aslında gercek bir hikaye olduğunu öğrendim. Aynı zamanda kitap Avrupa'nın ne kadar vahṣi bir yer olduğunu insanların açlıktan neler yaptığını, azınlıklara neler yaptığını çok açıkça anlatıyor. Kitapta güldüğüm bir kısım ise insanların Türklerden korkması. Çok güzel bir kitaptı, yazarla ilk defa tanıştım ve devamı gelecektir.
🇺🇲the book describes a dance plague in France in 1518. First, I could not believe the story of the book. When I researched it, it was, in fact, a real story. The book also describes how cruel europe was in 1600s. Because of hunger, people did unforgettable sins. The funniest part of the book is that people back then was very scared of Turks. This was the first book I read from the author but it won't be the last.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Jean Teule'nin, konusu ve metnin dokusu itibariyle "İntihar Dükkanı" romanının ötesine geçen kitabı. Kitap 1518'de Strasbourg'da Troffea isimli bir kadının, aniden şehrin ortasında dans etmesiyle tetiklenen kitlesel dans salgınını anlatıyor. On altıncı yüzyıldaki açlık ve sefaletin sınırsızlığı, insanları histerik dansın eşiğine sürükler. Strasbourg'da gerçekleşen bu olayın kurgu olmaması, okurken bende daha da merak duygusu uyandırdı. İnsanlar birdenbire histerik halde nasıl dans edebilir? Kilise mensupları ve hükümet yetkilileri arasında geçen tartışmada bu durumun nedenlerine değinilmiş. Ergot mantarı, gök cisimlerinin yanlış kavuşumu, sara nöbeti gibi nedenler uzun süren tartışmalarda sıralanmış. Ancak hiçbirinde karar kılınamamış. Kitabın en sevdiğim yanlarından biri dans salgınının histerikliğini belli patolojik ya da dinsel inanca bağlamaması oldu. Teule, tarihsel döngüden şaşmayıp toplumsal travmaların ve histerinin kökenini ceketinin düğmeleri göbek yağından iliklenemeyen zengin ve güç sahibi kesime bağlamış. Kiliselerde yığın yığın hububat varken, açlıktan kendi derisini yemek üzere olan halkın histerik dansının nedeni başka yerde aranmaya ihtiyaç duymamış. Katoliklerle Lutherciler arasında geçen (yıllar sonra büyük Protestan katliamına dönüşen) bu süreç yeni bir tarihsel dönemin başlangıcı gibi sunulmuş. Kilisenin iktidarının sonlanışı, tıpkı Mors alfabesi gibi yağan yağmura benzetilmiş. Açlığı ve sefaleti yok edecek, reformun müjdecisi yağmur Trouffe'nin suda yansıyan görüntüsüne bakıp kendisinden korkmasına engel olamamış. Unutmadan, önemli olduğunu düşündüğüm bir meseleyi daha ekleyeyim. Sürekli gelmekte olan ve gelmesi muhtemel olan Türkler fantezisi var. Hatta Türklerin işgalinden korkan hükümet yetkilileri, katedral kulesine Türkeglock adlı (Türklerin çanı) ikaz işareti koyarlar. Ancak akın etmesinden korkulan Türklerin bir tanesi bile kitap boyunca karşımıza çıkmaz. Türkler üzerine kurulan fantazmatik söylence (Ammeister de bir konuşmasında bunu dile getirir) halkın dansını susturmaya yönelik bir baskı aracı işlevi görür. Türklerin hayaleti, kilisenin karnını tıka basa doyuran sofra şölenlerinin, açgözlülüğün üstünü örter. Böylelikle Teule bizlere, tarihsel hakikat fantezisinin bazen tarihsel hakikatin kendisinden bile güçlü olduğunu sezinletir. Kısaca, on altıncı yüzyılın korkunç tarihsel buhranıyla ilgili aktarım bolluğu olan ancak edebi anlamda çok bişey beklenilmemesi gereken bir kitap olmuş. Hem tarihsel bir olaydan yola çıkması hem de yeryüzünün her daim histerik bir yok oluşun sınırında hissettirmesi itibariyle çok hoşuma gitti. Tavsiye edilir :)
I read this novel in one day during my flight back home. This is the second novel I read from French author Jean Tuelé. I liked the first book read more than this one. This book is an easy read.
Based on a 500 years old news from Strasbourgh, the author developed the news into a story. During that period, extremely harsh living conditions caused the poor people to go insane to the point of dancing day and night non stop til their death. This dancing disease became contagious to most of the entire society reaching all sorts of people regardless of their personal status. Through this novel, the author makes a satyre of the society to show that at extreme conditions for poor people will reach even the wealthier, the inability of politicians to solve people's problems, and the unwillingness of the Church to help the poor too busy helping themselves. This story and satyre are a reflection about today's economic problems and inability of politicians to find solutions.
However, the characters are superficial and poorly developed. The story becomes redundant as the author describes several times the dancing disease and who's become contagious. There are no real leading characters and the problems are solved magically by itself in the end. It is an entertaining novel.
Dans etmek bir çığlığı susturmak mı? . Sırf konusundan dolayı merak ettiğim bir kitaptı. Aslında kitabı aman aman sevene de rastlamamıştım ama Dans vebasının gerçekten yaşanmış olması zaten enteresan olduğundan okumadan geçmek istemedim. Başlar başlamaz sevmeyeceğimi anlamış olsam da kısa bir kitap olduğundan devam ettim. Yoksulluğun insanları delirttiği, yamyamlaştırdığı ve çaresizleştirdiği Fransa’nın karanlık dönemine gidiyoruz. 16. yüzyıl başı ve din adamları mutlak bir güce sahip. Halkın fakirliği arttıkça kendilerinin lüks düşkünlüğü de artıyor gibi. Bir gün bir kadın bakamayacağı için bebeğinden kurtuluyor ve herkesin hayatını tehlikeye atacak dansına başlıyor. Kitabın odak noktası yani dans vebası yazım tarzının çok önüne geçiyor. Evet o dönemi detaylandırması güzel ama yazarın tarzında bir şeyler uzak geliyor. Bir yandan ne olacağını merak ediyorsunuz bir yandan da kitap bitse de gitsem diye düşünüyorsunuz. İnsanların çaresizliği ve bir nevi toplumsal bir duygu boşalması yaşayıp dans etmeleri ama duramamaları enteresan bir olay ve yazarın bu olaydan faydalanması da normal karşılanabilir. Bence okunmasa da olur. Direkt olarak olayı araştırmanız yeterli olacaktır.
Kitabın kapağı ÇOK güzel. Kendisi de fena değil ama çok bir şey de sunmuyor aslına bakarsanız. Konusu çok ilginç ve bu olaylar gerçekten yaşanmış (Ben bunu arka kapakta yazmasına rağmen hikayeyi yarıladığımda fark edebildim.). Kitapta da insanların çaresizleşip dans etmeye başlaması anlatılıyor işte, bir de dini kurumlara ve sınıflaşmaya eleştiri var. Hiçbirinde fazla derine inilmemiş. Böyle bir kitap. Umutsuzluk bataklığında kıvranırlarken sürekli bir Türk saldırısının korkusunu yaşamaları bana biraz komik geldi. Yazar da ısrarla buna yer vererek "Asıl korkmamız gereken düşman içimizde." demek istemiş bence ama gerçekten böyle bir kaygıları var mıydı merak ediyorum. Sonuç olarak okuduğuma pişman olmadım ama bayılmadım da. Bu malzemeden daha iyisi de çıkabilirdi sanki.
Korkunç bir trajedinin hemen ertesinde kadın, evinin kapısından dışarı çıkıp dans etmeye başlar. Yoksulluk, açlık ve eşitsizliği çok yoğun bir şekilde yaşayan şehir ve kadını gören mahalleli onunla birlikte dans edip, ayak uyduruyor. Teşhis koymak için hekimler geliyor, vaaz vermek için papazlar geliyor ama halk ölene kadar dans ediyor.
Kitap bir tür kurtuluşu yakalayan insanların çevresinde şekillenen bütün bir şehri konu alıyor. Anlatımı ve günümüzü çağrıştırması olağanüstü.
Il s’agit d’une chronique plutôt que d’un roman. Malheureusement le rythme de la narration est souvent rompu par un vocabulaire 21ième siècle ! Dommage car ce tèmoignage aurait pu être exceptionnel ! En ce qui concerne le contenu : impressionnant jusqu’où l’ignominie du clergé peut aller (no comment)
Tek solukta okunabilenecek bir kitap. Ne kadar çok geçmişteki bir olayı anlatsa da aslında günümüz yaşamından uzak değil. En vurucu kısmı ne idi diye sorulacak olunursa tam olarak kitabın ve aslında olayın özetiydi;