Goodreads helps you follow your favorite authors. Be the first to learn about new releases!
Start by following A.M. Celâl Şengör.
Showing 1-30 of 43
“Dünya nüfusunun giderek hızlanan bir tempoyla artması ve artan nüfusun ezici çoğunluğunun Türk halkı gibi cahil halklardan gelmesi şu anda insanlığın en büyük sorunudur.”
―
―
“Bu nedenle toplumu yöneten kişilerin, meslekleri ne olursa olsun, temel bilimler hakkında kaliteli bir orta öğretim düzeyinde bilgilerinin olması şarttır.”
―
―
“Mesela
Almanya'da yaşayan, egemen zümre olmayan halk Nazilere bayıla
bayıla oy verdi; çünkü süregelen kargaşadan bıkmışlardı. "Hitler
gelirse kargaşa bitecek'' dediler. Hitler geldi ve halkikaten kargaşa
bitti. Ama çok daha büyük felaketlerin de önü açıldı.
Tayyip Erdoğan'ın iktidarı için de benzer bir tespitte bulunabilir
miyiz?
Elbet. Halk düzen istiyor, halk rahat yaşamak istiyor, halk
ekmeğinin nereden geleceğini bilmek istiyor. Kısa vadeli çıkarların
uzun vadeli çıkarlara tercih edilmesi halkların, hele ki cahil
halkların ortak bir karakteri.”
―
Almanya'da yaşayan, egemen zümre olmayan halk Nazilere bayıla
bayıla oy verdi; çünkü süregelen kargaşadan bıkmışlardı. "Hitler
gelirse kargaşa bitecek'' dediler. Hitler geldi ve halkikaten kargaşa
bitti. Ama çok daha büyük felaketlerin de önü açıldı.
Tayyip Erdoğan'ın iktidarı için de benzer bir tespitte bulunabilir
miyiz?
Elbet. Halk düzen istiyor, halk rahat yaşamak istiyor, halk
ekmeğinin nereden geleceğini bilmek istiyor. Kısa vadeli çıkarların
uzun vadeli çıkarlara tercih edilmesi halkların, hele ki cahil
halkların ortak bir karakteri.”
―
“Türk halkını "gerçek" ilgilendirmemektedir. Bunun sebebi, yüzyıllardır aldığı "inanç" eğitimidir.”
―
―
“Yobazlık bir zihniyettir; cemiyeti geride tutmak, kıpırdatmamak, değiştirmemek, bir kelimeyle yaşatmamak isteyen bir zihniyet. Hiç okuma-yazma bilmeyeninden tutunuz, elinde Garp üniversitelerinin diplomaları olanlara kadar her soydan, her boydan bu zihniyetten insan görebilirsiniz. … İstiklal Savaşı’nda ve ondan sonraki inkılap devresinde işte bu zihniyeti dış düşmandan daha tehlikeli gören gerçek milliyetçi ruh, ona hürriyet hakkı tanımamıştır. Çünkü yobaz, hürriyetin baş düşmanıdır. Ona hürriyet vermek, hürriyeti öldürmeye müsaade etmek demektir.
Yobazı yere vuracak en emin kuvvet, hürriyet duygusunu ve terakki susuzluğunu iyi benimsemiş genç nesillerdir. Çünkü onu en şiddetli kanunlarla dahi yapmak istediklerinden alıkoyamazsınız. Yobaz için için işler.Yeni harflere, kadının hayatını kazanmasına, tiyatro ve operaya, hatta yüksek sesle türkü söylemeye muarızdır. Bunların tam tersini yaptırmak için eskiden gizli, şimdi ise mevcut hürriyetten istifade edip daha cüretli açıktan çalışır.
Hasan Ali Yücel”
― Hasan Ali Yücel ve Türk Aydınlanması
Yobazı yere vuracak en emin kuvvet, hürriyet duygusunu ve terakki susuzluğunu iyi benimsemiş genç nesillerdir. Çünkü onu en şiddetli kanunlarla dahi yapmak istediklerinden alıkoyamazsınız. Yobaz için için işler.Yeni harflere, kadının hayatını kazanmasına, tiyatro ve operaya, hatta yüksek sesle türkü söylemeye muarızdır. Bunların tam tersini yaptırmak için eskiden gizli, şimdi ise mevcut hürriyetten istifade edip daha cüretli açıktan çalışır.
Hasan Ali Yücel”
― Hasan Ali Yücel ve Türk Aydınlanması
“Aslında herkes, herkes hakkında önyargılıdır. Bu akıllı varlıklar olmamızın bir gereğidir. Önyargısı olmayan insan boş kafalı demektir; o ana kadar eline gelen verileri değerlendirememiş insan demektir. Uygar insan ise önyargısının yalnızca bir varsayım olduğunun bilincinde olarak onu her an yeni verilerle kontrole açık tutan kişi demektir. Buna mukabil ilkel insan, öyle veya böyle edindiği, genellikle ezberlettirildiği önyargılarını gerçek kabul edip onları değiştiremeyen insan demektir.”
― Aptalı Tanımak
― Aptalı Tanımak
“Ben şunu savunuyorum: Atatürk diktatördü. Buna hayır diyen tarih bilmiyor demektir. Ama hürriyeti öğrenebilmek için bazen diktatörlük gereklidir. Sen bin sene hürriyeti hiç tecrübe etmemiş bir topluma hürriyeti bir tercih olarak takdim edemezsin. Hüsrana uğrarsın. Bugün dahi Türk toplumunun hür olmayı öğrendiğini zannetmiyorum. Siyasi tercihler bunu gösteriyor. Lider arıyor, çoban arıyor kendine insanımız. Halbuki Atatürk, bundan kurtulun diyor. “Ben size hiçbir ayet, hiçbir doktrin bırakmıyorum, kafanızı kullanın. Probleminize göre çözüm getirin.”
Atatürk ölmek üzere, diyorlar ki, “Yerine kim geçsin?”, “Siz seçin ben yerimi kimseye bırakmıyorum,” diyor. “Millet seçsin," diyor. Dolayısıyla Atatürk’ün diktatörlüğünün sebebi her şeyden ve her şeyden önce bağımsızlığı ve hürriyeti öğretmek, insanlığı, akılcılığı öğretmek. Bunu yapmak için de diktatörlük yapmak mecburiyetindesin. Ama Atatürk’ün yaptığı diktatörlüğün bir farkı var. Onun diktatörlüğünün içinde zorbalık yok, düşüncesini öyle veya böyle empoze etmek var. Ama bu empoze etmek kişisel kapris ürünü değil. Nihayetinde kararı yine sen alıyorsun, karar veren sensin. Kendi fikirlerini, “Ben böyle istiyorum," diye empoze etmiyor Atatürk. Ortaya atıyor, tartışıyor, tartışıyor, tartışıyor ve karşısındaki onu yıkamıyor. Sonunda onun fikri galip geliyor ve oy veriliyor. O oylarla alınıyor bütün kararlar. Ama mutlaka ve mutlaka oy isteniyor.
Bu bir meşruiyet arayışı olduğu gibi, başka türlü alınacak tatbik edilecek her türlü karardan da çok daha uzun ömürlü neticeler alınmasını sağlıyor. Diyor ki, "Bunlar benim fikirlerim dahi olsa bunları millete anlatmam lazım, kabul ettirmem lazım, ancak milletçe kabul edildikten sonra bunları tatbik edebiliriz. Her şeyin başı millettir.”
― Dahi Diktatör
Atatürk ölmek üzere, diyorlar ki, “Yerine kim geçsin?”, “Siz seçin ben yerimi kimseye bırakmıyorum,” diyor. “Millet seçsin," diyor. Dolayısıyla Atatürk’ün diktatörlüğünün sebebi her şeyden ve her şeyden önce bağımsızlığı ve hürriyeti öğretmek, insanlığı, akılcılığı öğretmek. Bunu yapmak için de diktatörlük yapmak mecburiyetindesin. Ama Atatürk’ün yaptığı diktatörlüğün bir farkı var. Onun diktatörlüğünün içinde zorbalık yok, düşüncesini öyle veya böyle empoze etmek var. Ama bu empoze etmek kişisel kapris ürünü değil. Nihayetinde kararı yine sen alıyorsun, karar veren sensin. Kendi fikirlerini, “Ben böyle istiyorum," diye empoze etmiyor Atatürk. Ortaya atıyor, tartışıyor, tartışıyor, tartışıyor ve karşısındaki onu yıkamıyor. Sonunda onun fikri galip geliyor ve oy veriliyor. O oylarla alınıyor bütün kararlar. Ama mutlaka ve mutlaka oy isteniyor.
Bu bir meşruiyet arayışı olduğu gibi, başka türlü alınacak tatbik edilecek her türlü karardan da çok daha uzun ömürlü neticeler alınmasını sağlıyor. Diyor ki, "Bunlar benim fikirlerim dahi olsa bunları millete anlatmam lazım, kabul ettirmem lazım, ancak milletçe kabul edildikten sonra bunları tatbik edebiliriz. Her şeyin başı millettir.”
― Dahi Diktatör
“Büyük İngiliz felsefecisi ve matematikçisi Bertrand Russel’in çok güzel bir sözü vardır: “İnsanların bildiği ve bilimin keşfetmediği hiçbir şey yoktur.” Bu kadar basit. Atatürk de aynı fikirde. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir, başka mürşit aramak gaflettir, cehalettir,” diyor. Yani, ona göre de biz bir şey biliyorsak bilim sayesinde biliyoruz, dolayısıyla, çocuklarımız önce bunu öğrenmeliler.
Evet, din de sosyolojik bir olgudur, bunun öğrenilmesi, bilinmesi gerekir. Ama devletin yapacağı şey en fazla dinler tarihini okutmak, din felsefesini, sosyolojisini öğretmek olabilir. Bu kadar. Eğer ki sen irrasyonel birtakım öğelerle uğraşmak istiyorsan bunu aile içinde yapabilirsin, buna kimse karışmaz ama bunu memlekete empoze etmeye çalışma. Tevhid-i Tedrisat’ın yani eğitim birliğinin esası budur.”
― Dahi Diktatör
Evet, din de sosyolojik bir olgudur, bunun öğrenilmesi, bilinmesi gerekir. Ama devletin yapacağı şey en fazla dinler tarihini okutmak, din felsefesini, sosyolojisini öğretmek olabilir. Bu kadar. Eğer ki sen irrasyonel birtakım öğelerle uğraşmak istiyorsan bunu aile içinde yapabilirsin, buna kimse karışmaz ama bunu memlekete empoze etmeye çalışma. Tevhid-i Tedrisat’ın yani eğitim birliğinin esası budur.”
― Dahi Diktatör
“Türkiye’de körüklenmeye çalışılan ordu düşmanlığını büyük bir kaygıyla izliyorum ve bir dedektif mantığı ile kendime şu soruyu soruyorum: Türkiye’ye fenalık etmek isteyenlerin ilk yapmaları gereken nedir? Cevap belli. Bu ülkenin tek sağlam kurumunu ortadan kaldırarak ülkenin dağıtılmaya hazır bir yığın haline gelmesini sağlamaktır. O zaman hedef bellidir: Türk Silahlı Kuvvetleri. Bu hedefe yönelik hücumlar son yedi yıldır giderek azan bir şiddet ve kesafete ulaşmıştır. Bunu görmeyip gündelik tekil olaylara takılmak bir bilim insanının değil, ancak bir yobazın davranışı olabilir.”
― Aptalı Tanımak
― Aptalı Tanımak
“Kıymetsiz öğrencinin cesareti ilk yıldan kırılmalı, üniversiteden uzaklaştırılmalıdır”
― Dahi Diktatör
― Dahi Diktatör
“Atatürk, tüm yaşamı boyunca;
1. Önce karşısındaki sorunu iyi tanımaya ve tanımlamaya (yani kodlamaya),
2. Kendisinden önce bahis konusu sorun veya sorunlar için ortaya atılmış çözüm önerilerini iyi öğrenmeye ve bunların başarısızlık ve/veya uygunsuzluk nedenlerini doğru teşhis etmeye,
3. Sorunun veya sorunların çözümü veya çözümleri için uygun varsayım önerileri üretmeye,
4. Kendi önerdiği varsayımlara körü körüne asla bağlanmadan onları en acımasız bir şekilde gözlem raporlarıyla denetlemeye,
5. Başarısız olduklarına inandığı varsayımları derhal eleyerek yerlerine yeni gözlem temelini de dikkate alarak (yani kendi çözüm önerilerini başarısız kılmış olan gözlemleri de değerlendirerek) yeni varsayım önerileri üretmeye,
6. Bu yeni varsayım önerilerini de daha önceki varsayımlar için yaptığı gibi gözlem raporları ışığında denetlemeye büyük özen göstermiştir. Bu yöntem, Atatürk'ün işlerini neredeyse bitirdiği yıllarda, Karl Popper'in tüm dünyaya gösterdiği gibi, doğa bilimlerinden bildiğimiz, bilimsel yöntemin ta kendisidir.”
― Dahi Diktatör
1. Önce karşısındaki sorunu iyi tanımaya ve tanımlamaya (yani kodlamaya),
2. Kendisinden önce bahis konusu sorun veya sorunlar için ortaya atılmış çözüm önerilerini iyi öğrenmeye ve bunların başarısızlık ve/veya uygunsuzluk nedenlerini doğru teşhis etmeye,
3. Sorunun veya sorunların çözümü veya çözümleri için uygun varsayım önerileri üretmeye,
4. Kendi önerdiği varsayımlara körü körüne asla bağlanmadan onları en acımasız bir şekilde gözlem raporlarıyla denetlemeye,
5. Başarısız olduklarına inandığı varsayımları derhal eleyerek yerlerine yeni gözlem temelini de dikkate alarak (yani kendi çözüm önerilerini başarısız kılmış olan gözlemleri de değerlendirerek) yeni varsayım önerileri üretmeye,
6. Bu yeni varsayım önerilerini de daha önceki varsayımlar için yaptığı gibi gözlem raporları ışığında denetlemeye büyük özen göstermiştir. Bu yöntem, Atatürk'ün işlerini neredeyse bitirdiği yıllarda, Karl Popper'in tüm dünyaya gösterdiği gibi, doğa bilimlerinden bildiğimiz, bilimsel yöntemin ta kendisidir.”
― Dahi Diktatör
“Seçilmiş cehalet içinde mutlak bilgiyi savunan, değer yargılarından vazgeçemeyen ve bunun farkında olmayan kitle, bugünkü durumun yegâne sorumlusudur. Bu kitleyle çatışmaya girmek, sonu olmayan bir mücadelenin içinde debelenmekten farksızdır.”
― Cehaletten Kurtulma Sanatı Ne Nedir?
― Cehaletten Kurtulma Sanatı Ne Nedir?
“Biz her insanı kutsal addediyoruz. Ben öyle addetmiyorum, kardeşim.”
―
―
“Bütün bunlar, yani dönüp dolaşıp orayı görüyoruz:
1- Cehalet
2- Düşünememe.
Biz bağımsız düşünemiyoruz, biz sloganlarla düşünüyoruz.
Bakın, 1968 yılında ben Robert Kolej- 1969'da girdim, Solculuk çok modaydı. Ben de bu Solculara diyordum ki:
- Ya kardeşim, bu peşinde koştuğunuz şeyler zırva lan, yani biraz okuyun.
- Sen misin diyen ya bunu? Vay anam!
Anasına küfretmişim gibi oluyordu adam. Ben de diyordum ki:
- Ya kardeşim, sen Das Kapital'i okudun mu, ne diyor adam burada?
Ben diyordum hani:
- Hasbe'l-kader Almanca bilirim, ana dilim kadar bilirim; ben bunun 3 cildini de okudum ya, ben Grundrisse'yi de okudum.
Bakıyorsun, adam okumamış. Eh, diyorsun ki:
- Yahu kardeşim, yani ulan ben Marx'ın mektuplarına kadar okuduydum ya!
Yani şu anda benim kütüphanemde Alman Komünist Partisi'nin yayınladığı o mavi seri tam takım durur. Bunları okumadan önce sen ortaya 'Ben solcuyum.' diye nasıl çıkarsın?”
―
1- Cehalet
2- Düşünememe.
Biz bağımsız düşünemiyoruz, biz sloganlarla düşünüyoruz.
Bakın, 1968 yılında ben Robert Kolej- 1969'da girdim, Solculuk çok modaydı. Ben de bu Solculara diyordum ki:
- Ya kardeşim, bu peşinde koştuğunuz şeyler zırva lan, yani biraz okuyun.
- Sen misin diyen ya bunu? Vay anam!
Anasına küfretmişim gibi oluyordu adam. Ben de diyordum ki:
- Ya kardeşim, sen Das Kapital'i okudun mu, ne diyor adam burada?
Ben diyordum hani:
- Hasbe'l-kader Almanca bilirim, ana dilim kadar bilirim; ben bunun 3 cildini de okudum ya, ben Grundrisse'yi de okudum.
Bakıyorsun, adam okumamış. Eh, diyorsun ki:
- Yahu kardeşim, yani ulan ben Marx'ın mektuplarına kadar okuduydum ya!
Yani şu anda benim kütüphanemde Alman Komünist Partisi'nin yayınladığı o mavi seri tam takım durur. Bunları okumadan önce sen ortaya 'Ben solcuyum.' diye nasıl çıkarsın?”
―
“İtibardan tasarruf olmaz lafı, bir görgüsüzlük ifadesidir ve tarihte karşılığı yoktur.”
― Cehaletten Kurtulma Sanatı Ne Nedir?
― Cehaletten Kurtulma Sanatı Ne Nedir?
“Atatürk üstelik o zamanki uluslararası camianın psikolojisini de iyi tartmıştır. Kendi kendini rezilane bir şekilde esarete veren bir ulusun kahramanca savaştıktan sonra esir düşen bir ulus kadar saygı göremeyeceği kanaatine sahipti. Zaman, Cengiz ve Timur'a karşı savaşmadan teslim olanların kayırıldığı, direnenlerin ise kılıçtan geçirildiği zaman değildir. Ulusalcılık, ulusal onur gibi kavramlar Avrupa'da hızlı bir yükseliştedir. 'Üstün' ve 'alçak' ırklardan bahsedilmektedir. Atatürk, Türk ulusunun 'alçak' addedilenler safında esir düşmesinin yüksek addedilecek bir toplumun esaretinden çok daha vahim neticeler vereceği kanaatindeydi.”
―
―
“Halk giderek entelektüel faaliyetten uzaklaştı
ve sonunda koca Roma barbar kabilelerinin darbeleri altında ve
Hristiyanlığın yalancı cennetinde yok oldu gitti. Avrupa, Orta
Çağ'da bir cahiller cehennemİ oldu.
İskenderiye Kütüphanesi'nin bu acıklı sonu, bana dünyamızın
bugün içinde bulunduğu durumu hatırlatmaktadır.
Aydınlanmadan giderek uzaklaşan dünya da kütüphanelerini,
üniversitelerini, araştırma kurumlarını ihmal etmeye başladı;
ihmal etmekle kalmadı, onları faal bir şekilde tahrip yoluna saptı
ve aynen çöküşteki Roma gibi, halk, yazılı ve sözlü medya, vurdumduymaz
oldu; bazı işadamları, köşe yazarları da bu tahribi
planlayan hükumetiere alkışta ifadesini bulan tam bir gaHet (ve
kısa görüşlü çıkar) yarışında. Bu işin sonu nereye varır? Biz kendimizi
batırmakta direnirsek, bizi kim kurtarır?”
― Bir Toplum Nasıl İntihar Eder?
ve sonunda koca Roma barbar kabilelerinin darbeleri altında ve
Hristiyanlığın yalancı cennetinde yok oldu gitti. Avrupa, Orta
Çağ'da bir cahiller cehennemİ oldu.
İskenderiye Kütüphanesi'nin bu acıklı sonu, bana dünyamızın
bugün içinde bulunduğu durumu hatırlatmaktadır.
Aydınlanmadan giderek uzaklaşan dünya da kütüphanelerini,
üniversitelerini, araştırma kurumlarını ihmal etmeye başladı;
ihmal etmekle kalmadı, onları faal bir şekilde tahrip yoluna saptı
ve aynen çöküşteki Roma gibi, halk, yazılı ve sözlü medya, vurdumduymaz
oldu; bazı işadamları, köşe yazarları da bu tahribi
planlayan hükumetiere alkışta ifadesini bulan tam bir gaHet (ve
kısa görüşlü çıkar) yarışında. Bu işin sonu nereye varır? Biz kendimizi
batırmakta direnirsek, bizi kim kurtarır?”
― Bir Toplum Nasıl İntihar Eder?
“Atatürk'ün en büyük endişesi dışa bağımlı olmak; fakat yüzde yüz nispette de dışa bağımlı olmaktan kurtulmanın mümkün olamayacağını da biliyor. Yani Amerika'nın, İngiltere'nin dahi bağımsız olmadığını biliyor. Mesela pratikte İngiltere dahi dışa bağımlı durumdadır. Kurtuluş Savaşı devam ederken Lloyd George kolonilerinden asker göndermelerini istiyor, ama çağrısına karşılık bulamıyor. Kimse asker göndermiyor. Bunun için de Anadolu'ya asker sevk edemiyorlar. Atatürk bunu biliyor ama "tam bağımsız olalım" demek mühim. Dolayısıyla Atatürk'ün sanayi hamlesi oldukça mühimdir. Türkiye, Avrupa ülkelerinin on sekizinci yüzyıl sonunda, on dokuzuncu yüzyılın başında yaptığını 1930'larda yapabilmiştir. Ama yapmıştır.”
― Dahi Diktatör
― Dahi Diktatör
“Atatürk toplumu pek çok şartlanmadan vazgeçirerek birlikte yaşayabilen bir topluluk haline getirmek istedi. Diyor ki, bu topluluk bir süre sonra artık birbiriyle anlaşmak suretiyle birbirini öldürmeden, birbirinin inançlarına, birbirlerinin düşüncelerine saldırmadan yaşayabilir, ama birbirlerinin düşüncelerini medeni bir şekilde eleştirebilir de. İşte biz buna medeniyet diyoruz. Toplumu oluşturan bireyler her şeyden önce kendi rızalarıyla bir araya gelsinler ve her konuda aynı fikirde olmasalar bile bir birlikte yaşama iradeleri olsun. Bunun için bir temel kurmamız lazım, bu temelin de en önemli ayağı bilgidir. "Dünya hakkında bilgi sahibi olmamız lazım" diyor.”
― Dahi Diktatör
― Dahi Diktatör
“Atatürk'ün medeniyet hamlesine, Batı medeniyetine katılma girişimine özellikle 20. yüzyılda bazı itirazlar yükseldi. Kültürel rölativistlerin itirazı, "Her kültür, sadece ve sadece kendi içinde değerlendirilebilir, dışarıdan bir referans alınamaz" şeklindeydi. Ama "Dışarıdan bir kültür referans alınamaz, bir kültürün başvuru kaynağı dışarıda olamaz, sadece kendi içinde olabilir" iddiası" kanaatime göre Önsözde de vurguladığım gibi tamamen yanlıştır.
Bunun yanlış olduğunu söyleyen çok önemli sosyal bilimciler de çıktı ortaya ki, bunların en önemlilerinden biri toplumsal psikoloji ve antropoloji profesörü Robert B. Edgerton'dır. Pek çok ilkel toplum üzerinde çalışmalar yapan Edgerton, "Hasta Toplumlar" isimli kitabında, "Hasta toplumlar kendi bireylerine o kadar çok acı verirler ki, birey o toplumdan kaçmak ister. Fırsatını bulduğunda da kaçar" diyor. Bunun çeşitli örnekleri de var: İlkel kabilelerde bir insan, biraz daha az ilkel bir yer bulduğu vakit oraya kaçar. Berlin Duvarı yıkılmadan evvel, insanlar hayatlarını tehlikeye atıp, duvarın üstünden atlayarak Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya kaçıyordu. Demek ki orada rahat değil, demek ki o toplum hasta.”
― Dahi Diktatör
Bunun yanlış olduğunu söyleyen çok önemli sosyal bilimciler de çıktı ortaya ki, bunların en önemlilerinden biri toplumsal psikoloji ve antropoloji profesörü Robert B. Edgerton'dır. Pek çok ilkel toplum üzerinde çalışmalar yapan Edgerton, "Hasta Toplumlar" isimli kitabında, "Hasta toplumlar kendi bireylerine o kadar çok acı verirler ki, birey o toplumdan kaçmak ister. Fırsatını bulduğunda da kaçar" diyor. Bunun çeşitli örnekleri de var: İlkel kabilelerde bir insan, biraz daha az ilkel bir yer bulduğu vakit oraya kaçar. Berlin Duvarı yıkılmadan evvel, insanlar hayatlarını tehlikeye atıp, duvarın üstünden atlayarak Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya kaçıyordu. Demek ki orada rahat değil, demek ki o toplum hasta.”
― Dahi Diktatör
“Birdenbire çok kaliteli bir grup işsiz kalıyor Almanya'da. Bunun için Philip Schwartz önderliğinde İsviçre'de bir teşkilat kuruluyor ve işsiz kalan bu hocalar için dünyanın çeşitli yerlerinde iş aramaya başlanıyor. Ardından Türkiye'nin böyle bir arayışta olduğu öğreniliyor ve Atatürk'e müracaat ediyorlar. Atatürk, "Alanında en iyi olanları istiyorum," diyor ve Prof. Schwartz bir süre sonra bir liste ile Mustafa Kemal'in yanına geliyor.
Bu arada diş hekimliği ile ilgili enterasan bir olay yaşanır. Atatürk'e takdim edilen listede büyük diş hekimi Alfred Kantorowicz'in üstü çizilmiş. Atatürk sebebini soruyor. Schwartz, "Efendim, bu arkadaşımız diş hekimliği alanının en iyisidir, fakat ne yazık ki kendisi bir sosyal demokrattır. Şu anda da Lichtenburg Konsantrasyon Kampı'ndadır, bunu getirtemeyiz. Reich Hükümeti bu arkadaşı bize teslim etmez. Bu sebeple listenin ikinci sırasında olan arkadaşı size öneriyorum," diyor.
Bunun üzerine Atatürk, "Sen onu bana bırak,"anlamında bir şey söylüyor ve hemen Almaya'ya bir mektup yazılıyor. Profesör Kantorowicz isteniyor. Bu mektuba iki ay cevap gelmiyor. Schwartz zavallı, elindeki listeyle tekrar geliyor. "Ekselans," diyor, "zatıâlinize arz ettim, vermezler bu adamı. Arzu ederseniz listenin ikinci sırasındaki arkadaşla irtibata geçelim." "Hayır," diyor Atatürk, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ı çağırıyor. "Hemen Reich Hükümetine bir nota çek," diyor. "İki ay mektubumuza cevap verilmemesi Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne kasıtlı bir hakaret midir?" 48 saat sonra Prefesör Kantorowicz serbest bırakılıyor ve İstanbul'a geliyor.”
― Dahi Diktatör
Bu arada diş hekimliği ile ilgili enterasan bir olay yaşanır. Atatürk'e takdim edilen listede büyük diş hekimi Alfred Kantorowicz'in üstü çizilmiş. Atatürk sebebini soruyor. Schwartz, "Efendim, bu arkadaşımız diş hekimliği alanının en iyisidir, fakat ne yazık ki kendisi bir sosyal demokrattır. Şu anda da Lichtenburg Konsantrasyon Kampı'ndadır, bunu getirtemeyiz. Reich Hükümeti bu arkadaşı bize teslim etmez. Bu sebeple listenin ikinci sırasında olan arkadaşı size öneriyorum," diyor.
Bunun üzerine Atatürk, "Sen onu bana bırak,"anlamında bir şey söylüyor ve hemen Almaya'ya bir mektup yazılıyor. Profesör Kantorowicz isteniyor. Bu mektuba iki ay cevap gelmiyor. Schwartz zavallı, elindeki listeyle tekrar geliyor. "Ekselans," diyor, "zatıâlinize arz ettim, vermezler bu adamı. Arzu ederseniz listenin ikinci sırasındaki arkadaşla irtibata geçelim." "Hayır," diyor Atatürk, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ı çağırıyor. "Hemen Reich Hükümetine bir nota çek," diyor. "İki ay mektubumuza cevap verilmemesi Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne kasıtlı bir hakaret midir?" 48 saat sonra Prefesör Kantorowicz serbest bırakılıyor ve İstanbul'a geliyor.”
― Dahi Diktatör
“Ayrıca tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışı da zekânın gerilemesinde etkili olmuştur çünkü bu gelişme din savaşları başlatmıştır. Haçlı Seferleri ve Yüzyıl Savaşları gibi büyük din savaşları dünyada geri dönülmesi zor bir yıkım getirmiştir.”
― Cehaletten Kurtulma Sanatı Ne Nedir?
― Cehaletten Kurtulma Sanatı Ne Nedir?
“Demokrasi kısacası ayaktakımının rejimidir. Benim demokrasiye olan antipatim, kalifiye veya kalifiye olmayan herkesin lafının geçmesinden kaynaklanıyor. Genel olarak oy veren insanların belli bir gorgü ve bilgisinin olması gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde nasıl seçim yapabilecek? Oyunu hangi kritere dayanarak verecek? İşte sonunda "Sen dinsizsin, ben dindarım. Onun için oyumu dindar kişiye veriyorum!" demeye geliyor iş. Oysa "Senin dinin nedir? diye sorsak onu bile anlatamayacak durumda birçoğu.”
― Senin Cahilliğin Benim Yaşamımı Etkiliyor
― Senin Cahilliğin Benim Yaşamımı Etkiliyor
“Dogma, ilk defa ortaya atanların tarafından düşünülmüş, fakat sonra onu kabul edenlerin çoğu tarafından düşünmeden alınmış inanma klişelerdir.”
―
―
“Napolyon, Laplace'a ölümsüz eseri Göklerin Mekaniği'nde niçin hiç Tanrı'dan bahsetmediğini sorunca, büyük dâhinin verdiği cevap meşhurdur: “Öyle bir varsayıma gerek duymadım, Majeste!”
― Aptalı Tanımak
― Aptalı Tanımak
“Daha evvel de olduğu gibi, türban dinsel bir simge olduğu için “inanç” adı altında topladığımız “değişemez önyargıları” temsil eder. Üniversitede ise doğası gereği “hiçbir önyargı tartışmasız kabul edilemez” önyargısı dışında hiçbir önyargıyı kabul edemez. Üniversitede her düşünce, her yorum, her gözlem tartışmaya açıktır. Üniversitenin tahammül edemeyeceği tek şey, gözlemle denetlenemeyen, mantıken tartışılamayan düşünce ürünlerinin değişmez gerçekler olarak öğretilmeye kalkılmasıdır. Bu tür bir düşünceyi savunan hiçbir öğreti üniversitenin kapısından içeri giremez. Bu nedenle türban yasağı bir özgürlüğün kısılması değil, serbest düşünce ve tartışma özgürlüğünü tehdit eden bir düşünce sisteminin üniversite kapıları dışında tutulması demektir. Bir yandan dünyanın yedi günde yaratıldığına inanıp jeoloji öğrenmek nasıl mümkün değilse, diğer yandan Âdem ile Havva efsanesine inanıp biyoloji yapmak öylece mümkün değildir. Dünyanın üzerindeki yedi kat göğe inanıp astronomi yapmak ne denli olanaksızsa, nedenselliği Al-Gazzali'nin yaptığı gibi reddedip fizik yapmak da o kadar mümkün değildir. Bu nedenle, değişemez önyargılara sahip olduğunu giydiği sembollerle üstelik reklam etmek niyetinde olan birinin üniversitede işi yoktur.”
― Aptalı Tanımak
― Aptalı Tanımak
“Peki, ekseriyet her zaman doğru mu düşünür? Hayır. Ekseriyet genellikle doğru mu düşünür? Yine hayır. Ekseriyet her zaman veya genellikle doğruyu bulabilseydi Galilei'yi dinlerdi. Ama tam tersi oldu, adamı hapse attılar, süründürdüler. Hatta o kadar ki, Galilei ekseriyetin bazı üyelerine, "İşte teleskop burada, inanmıyorsan kendi gözlerinle gör, bak" diyor. Mesela Galilei'nin aynı zamanda arkadaşı olan, kardinal Roberto Bellarmino ne diyor? "Bakmam, onun içinde şeytan var" Bellarmino esasen biliyor teleskopun içinde şeytan falan olmadığını, fakat sırtında taşıdığı kırmızı renkli kardinal pelerini doğruyu görmek istemesine mani oluyor. Oraya baktığı an o pelerinin bir anlamı kalmayacağını biliyor ve "Toplumun düzeni buna dayalı, birden bire yıkamayız" diyor. Onun için Galilei'ye "Kapa çeneni" diyorlar. Fakat yalanla nereye kadar yol alırız? Atatürk kendisini toplumu yalandan, bin senelik alışkanlıklardan kurtarmakla mükellef addediyor adeta.”
― Dahi Diktatör
― Dahi Diktatör
“Atatürk bir eğitim sıçraması yapmak için Tevhid-i Tedrisat'ı hayata geçirdi, yurtdışına talebe gönderdi. Peki bu gençler döndükleri zaman ne yapacaklar? Öğretmen olacaklar. Yurtdışına talebe göndermenin ana gayesi bu.
Yurtdışına tahsile gidenlerden biri de benim hocalarımdan, rahmetli İhsan Ketin. İhsan Bey lisans tahsilini bitiriyor, oradaki hocası "Sen çok başarılısın. Memleketine dönüp liseye öğretmen olman yazık olur. Kal burada ve doktora yap" diyor. Bunun için İhsan Bey Milli Eğitim'e müracaat ediyor ve doktora yapması için kalmasına müsaade ediyorlar.
Sonra Mustafa Kemal'in yurtdışına tahsile gönderilen bu talebelere söylediği bir söz vardır: "Sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum, volkan olarak dönünüz." Ne müthiş bir nasihattır.
Yurtdışına giden, benim de öğrencileri olma imkânı bulduğum İhsan Ketin, Ekrem Akurgal, Sedat Alp gibi hocalarımdan bu hikâyeleri çokça dinledim. “Öyle bir heyecanla gittik ki, Almanlara tepeden bakıyorduk. Paramız daha değerliydi. Almanya kargaşa içindeydi. Hitler iktidara gelmeden evvel işsizlik yüzde elli civarındaydı. Günde yirmi-otuz kişi sokaklarda öldürülüyordu" diye anlatıyorlardı.
Ortak kanaatleri oranın bir cehennem, bizim vatanın ise bir cennet olduğu istikametindeydi. Almanlar bizimkilerle kendilerini yemeğe götürsünler diye arkadaşlık etmeye çalışırlarmış, çünkü bizimkiler daha zengin!
Şimdi, bu insanların dönecekleri yer üniversite, Darülfünun. Fakat buranın durumu bir felaket. Sadece bir kişinin varlığından söz edebiliriz, o da Fuad Köprülü. Şahane bir Türkiyat Enstitüsü var. Köprülü, dönemin çok önemli bilim insanları olan Bartold, Karçkovski ve Oldenburg'un imzalarıyla Rus Bilimler Akademisi'ne seçiliyor. Hatta Köprülü, 1928 yılında Bartold'u Darülfünun'a davet eder ve Bartold, burada on iki ders verir. Sonra bu derslerin metinleri önce Türkçe, sonra da sair dillerde yayınlanır. Ardından da hep beraber Azerbaycan'daki meşhur Türkiyat Kongresi'ne giderler.
Şunu söylemeye çalışıyorum: Köprülü'den başka hemen hemen işe yarar insan yok Darülfünun'da. Atatürk de nihayetinde bir asker, nasıl tartacak bu vaziyeti? İsviçre'den Albert Malche davet ediliyor. Kendisi durumu tetkik ettikten sonra Mustafa Kemal'e bir rapor takdim ediyor. Özetle, "Ne burası üniversiteye, ne de buradaki hocalar üniversite hocalarına benziyor." der. Hocaların çoğunun diploması dahi yok.”
― Dahi Diktatör
Yurtdışına tahsile gidenlerden biri de benim hocalarımdan, rahmetli İhsan Ketin. İhsan Bey lisans tahsilini bitiriyor, oradaki hocası "Sen çok başarılısın. Memleketine dönüp liseye öğretmen olman yazık olur. Kal burada ve doktora yap" diyor. Bunun için İhsan Bey Milli Eğitim'e müracaat ediyor ve doktora yapması için kalmasına müsaade ediyorlar.
Sonra Mustafa Kemal'in yurtdışına tahsile gönderilen bu talebelere söylediği bir söz vardır: "Sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum, volkan olarak dönünüz." Ne müthiş bir nasihattır.
Yurtdışına giden, benim de öğrencileri olma imkânı bulduğum İhsan Ketin, Ekrem Akurgal, Sedat Alp gibi hocalarımdan bu hikâyeleri çokça dinledim. “Öyle bir heyecanla gittik ki, Almanlara tepeden bakıyorduk. Paramız daha değerliydi. Almanya kargaşa içindeydi. Hitler iktidara gelmeden evvel işsizlik yüzde elli civarındaydı. Günde yirmi-otuz kişi sokaklarda öldürülüyordu" diye anlatıyorlardı.
Ortak kanaatleri oranın bir cehennem, bizim vatanın ise bir cennet olduğu istikametindeydi. Almanlar bizimkilerle kendilerini yemeğe götürsünler diye arkadaşlık etmeye çalışırlarmış, çünkü bizimkiler daha zengin!
Şimdi, bu insanların dönecekleri yer üniversite, Darülfünun. Fakat buranın durumu bir felaket. Sadece bir kişinin varlığından söz edebiliriz, o da Fuad Köprülü. Şahane bir Türkiyat Enstitüsü var. Köprülü, dönemin çok önemli bilim insanları olan Bartold, Karçkovski ve Oldenburg'un imzalarıyla Rus Bilimler Akademisi'ne seçiliyor. Hatta Köprülü, 1928 yılında Bartold'u Darülfünun'a davet eder ve Bartold, burada on iki ders verir. Sonra bu derslerin metinleri önce Türkçe, sonra da sair dillerde yayınlanır. Ardından da hep beraber Azerbaycan'daki meşhur Türkiyat Kongresi'ne giderler.
Şunu söylemeye çalışıyorum: Köprülü'den başka hemen hemen işe yarar insan yok Darülfünun'da. Atatürk de nihayetinde bir asker, nasıl tartacak bu vaziyeti? İsviçre'den Albert Malche davet ediliyor. Kendisi durumu tetkik ettikten sonra Mustafa Kemal'e bir rapor takdim ediyor. Özetle, "Ne burası üniversiteye, ne de buradaki hocalar üniversite hocalarına benziyor." der. Hocaların çoğunun diploması dahi yok.”
― Dahi Diktatör
“Tüm bilginin tamamen kaybolduğu bir dünyada Rönesans, yani yeniden doğuş olamaz. Her şeyin baştan keşfedilmesi gerekir ki, bunun da asla garantisi yoktur. Bu nedenle üretilmiş bilginin korunması insanlığın en önemli görevlerinden biridir. Aynı nedenle kütüphanelerimiz ve müzelerimiz en önemli varlıklarımızdır.”
― Aptalı Tanımak
― Aptalı Tanımak
“Son yıllarda bu elite karşı bir hücum başladı. Bunu ülkenin en bilgisiz ve en görgüsüz takımı yönetiyor. Bu takımın özelliği cehaletidir ve o cehaletin en belirgin ifadesi yobazlıktır. O yobaz, aynı Kurtuluş Savaşında yaptığı gibi, ülkesinin felâketini isteyen dış güçlerle el ele kol kola olduğu intibaını vermektedir. Bir yandan orduyu yok etmeye yönelmişken, bir yandan da ülkenin diğer elit kaynağı üniversiteleri bitirmek peşindedir. Bir şeyi ortadan kaldırırken yaptığınızı başkaları fark etmesin isterseniz en iyi yol, yok etmek istediğiniz nesneyi sulandırarak çoğaltmaktır. Şu anda üniversiteler böyle bir tehditle karşı karşıyadır. Yargı ayrıca tehdit altındadır. Ama, en elit kurum olan ordu tam hedeftedir.”
― Aptalı Tanımak
― Aptalı Tanımak